[Aşağıdaki yazı KöZ gazetesinin Nisan 2015 sayısından alınmıştır.]
Provokasyon diye adlandırılması gereken kışkırtma faaliyetleri, daima düşman güçlerin kendilerine yabancı kuvvetler arasına sızarak yaptıkları tertiplere denir; bu kavramın böyle kullanılması gerekir.
Provokasyon diye genel olarak dile getirilen ve yaygın ölçekte kullanılan kavrama, Türkçede kışkırtma denir. Ama daha soyut ve esrarengiz kılmak için olsa gerek, Fransızcasını kullanmak adettendir. Tam olarak ne tip kışkırtmalara veya kışkırtıcı faaliyetlere provokasyon dendiğini somutlamak gerekirse; kendine ait olmayan güçleri hile ve tertip yoluyla kışkırtma gayretlerine denir provokasyon. Yani devrimciler işçiler ve ezilenler arasında bunları kışkırtıp ayaklandırmak için ajitasyon yaptığında buna provokasyon değil ajitasyon denir. Buna karşılık işçileri kendi malları gibi gören burjuvalar ve uşakları arasında devrimci ajitatörlere provokatör ya da kışkırtıcı ajan demek adettendir. Keza tersinden subayların askerlerini kızıştırmak için yaptıkları ve genellikle yalan içeren ajitasyonlara da provokasyon denmez. Devrimciler bakımından ise bir devrimci örgütü kendi amaçlarına aykırı işlere sürükleyip devletin kucağına düşürmek için bu örgütlere sızdırılan ajanlara ajan provokatör denir; bunların yaptıkları faaliyete provokatörlük; ortaya çıkan olaya da provokasyon denir.
Aynı şekilde ezilen bir ulusun içinde özgürlük ve isyan tohumları ekmek için çalışan yurtseverlerin devrimcilerin yaptıkları faaliyetlere komünistler provokasyon demezler. Ama ezen ulus devletleri şovenistler ve sosyal şovenler bunu ayrılıkçı bir provokasyon diye görür ve lanet ederler.
Yahut düzenin sahipleri bekçileri ve yardakçıları mesela Gazi Mahallesi’nde halkı baskı ve şiddetle taciz ettikten sonra pastaneleri ve kahvehaneleri tarayarak yaşlı bir dedenin ölümüne neden olanlara değil, mahalle sakini emekçilerin bu taciz ve saldırılara karşı başkaldırmasına provokasyon derler. Emekçilerin isyanına katılıp destekleyen devrimcileri provokatör diye aşağılarlar.
Komünistler ise devrimcilerin emekçi yığınlar ve ezilenler arasındaki çalışmalarını bu çalışmaların yöntem ve hedeflerini doğru bulmadıkları zaman bile provokasyon terimi ile açıklamazlar ve bundan titizlikle kaçınırlar. Çünkü provokasyon diye adlandırılması gereken kışkırtma faaliyetleri, daima düşman güçlerin kendilerine yabancı kuvvetler arasına sızarak yaptıkları tertiplere denir; bu kavramın böyle kullanılması gerekir.
Örneğin son provokasyon tartışmalarına neden olan Mersin’deki Newroz mitingindeki olaya bu gözle bakılırsa neye provokasyon ve kime provokatör denmesi gerektiği açıktır. Yıllardır üzerlerine Türk bayraklarıyla seferler düzenlenmiş olan ve her aileden en az bir kişi Türk bayrakları ve istiklal marşlarıyla üzerlerine yürüyenler tarafından öldürülmüş Kürtlerin tertiplediği bir mitinge birileri bir Türk bayrağı sokmaya çalışırsa bunun nasıl bir sonuç doğuracağını tahmin etmek zor değildir. Bu durumda provokatör diye o bayrağı oraya sızdıranlara demek gerekir provokasyonu orada aramak gerekir. Bu bayrağı yerde sürüyen gençlerin yaptıklarına değil.
Keza daha önce de benzer bir olay 1996’da HADEP kongresinde olmuştu. O kongre sırasında asılmış olan büyük Türk bayrağını indirmek isteyen Kürt gençlerinin yaptığına da o zaman provokatör denmişti; bu olayı provokasyon olarak yerenler olmuştu. Halbuki asıl provokasyon diye o kongreye o bayrağın asılmasına demek gerekirdi; provokatörleri de bunu zorlayarak dayatanlar arasında aramak icap ederdi.
Kuşkusuz bu biçimde kavrandığı takdirde işçi hareketi ve devrimciler bakımından provokasyonlar, özneleri kim olursa olsun daima hakim sınıfın tezgahlarında dokunur.
Burjuvazi ve hizmetkarları yerine göre emekçi yığınları birbirine düşürmek, yerine göre onları hazır olmadıkları bir kalkışmaya zorlamak için provokasyonlara başvururlar. Kimi zaman da kışkırttıkları toplumsal hareketleri kullanarak kendi içlerindeki dengeleri değiştirmeyi ya da pekiştirmeyi amaçlarlar.
Demek ki, neyin provokasyon olduğunu ve kime provokatör denmesi gerektiğini doğru saptayabilmek için bu noktalara dikkat etmek gerekir. Ancak provokasyonlar daima aynı yerden tezgahlansa da, her zaman planlayıcılarına hizmet etmez; etmediği bellidir. 1933’teki Reichstag tag yangını tipik bir provokasyondur; sanki komünistler yapmış gibi tezgahlanmış ve bunun sayesinde Hitler’in diktatörlüğünü ilan etmesi sağlanmıştır. Türkiye’de 6-7 Eylül olayları diye bilinen kışkırtmalar burjuva hükümetinin gayri müslim kapitalistleri geri itme planlarına hizmet etmiş; 12 Eylül arefesinde Çorum ve Maraş’ta yapılan kışkırtmalar emekçileri birbirine düşüren kıyımlara yol açıp darbe öncesi sıkıyönetim koşullarının gelmesine imkan vermiştir. Ama tüm provokasyonlar bunlar gibi amaçlayanların istediği yönde sonuçlanmamıştır ve öyle sonuçlanması mukadder değildir.
Provokasyon silahı kimi zaman da ters teper; tepmiştir. Kimi zaman, 1905 Rusyası’nda olduğu gibi, Gapon adlı papazın marifetiyle, işçileri sindirmek için tezgahlanan provokasyon 1905 devrimini tetikleyen bir etken olmuştur. Kimi zaman, 1995’te Gazi Mahallesi’nde olduğu gibi, bir alevi kahvesinin taranmasının ardından emekçiler istendiği gibi birbirleriyle alevi-sünni çatışmasına girmek yerine, karakollara ve faşist odaklara doğru kararlı bir yürüyüşe geçerler; korku duvarlarını yıkarak ayaklanırlar.
Kuşkusuz bu örnekler provokasyonları nasıl sonuçlanacağı belli olmayan riskli bir kumar gibi görmeyi gerektirmez. Provokasyonların nasıl sonuçlanacağı sınıflar arasındaki güç dengesine, burjuvazi ve emperyalistler arasındaki rekabetin düzeyine ve bunların devrimci hareketle işçi hareketi üzerindeki siyasal etkisine bağlıdır. Bunlara göre tayin edilir provokasyonların akıbeti.
Provokasyonların içerdiği belirsizlik elbette bir ölçüde provokatörlerin tüm bu dengeleri bütünüyle ölçüp biçmesinin neredeyse imkansız olmasından kaynaklanır. Yine de provokasyonların açık uçlu eylemler olmasının bir nedeni bu nesnel durumda saklı olsa da, devrimciler açısından provokasyonların sürprizli sonuçları olmasının asıl nedenini buralarda görmek yanıltıcı olmasa bile sonuçsuz kalır. Provokasyonları provokatörler için belirsiz kılan öznel etmen devrimcileri daha çok ilgilendirmelidir.
Provokatörler yaptıkları planlarda kitlelerin her türlü öznel iradeden yoksun bir biçimde provokatörlerin öngördükleri biçimde hareket edeceklerini varsayarlar. Kendilerine alet olmasını bekledikleri kitleleri sınıf bilincinden yoksun nesneler gibi yani sahiden bir aletmiş gibi ele alırlar. Ama kitleler provokatörlerin ve onları salanların bekledikleri gibi değil de kendi sınıfsal çıkarlarının bilincinde ve sınıf düşmanlarının farkında özneler olarak harekete geçmeye başladıklarında provokatörler açısından işler sarpa sarar.
Bu nokta bu bilinci işçilere taşıma görevini üstlenen devrimcilerin iradesinin devreye girdiği yerdir ve bu müdahale provokasyonları provokatörler açısından hesaplanamaz kılar; provokasyonların bilinçli ve planlı bir biçimde ters teptirildiği anlar da esas bu gibi durumlarda ortaya çıkar.
Kuşkusuz provokasyonlarda aksi yönde bir öznel etmenin de bir rolü olabileceğini söylemek, devrimcilerin sınıf mücadelesinin her aşamasında kitlelere gönüllerinden geçtiği gibi önderlik edebileceği anlamına gelmez. Sadece dengeleri değiştirmeyi amaçlayan provokasyonlarda devrimcilerin bu dengeleri provokatörlerin aleyhine bozmasının mümkün olduğuna işaret eder.
Bu bakımdan reformistler provokasyonları savuşturulması gereken belalar olarak görürken devrimciler provokasyonları dengeleri ezilenler lehine değiştirilebileceği fırsatlar olarak algılamayı da bilmelidir.