Şefik Hüsnü Çizgisiyle Hesaplaşmadan Mustafa Suphilerin TKP’sine Sahip Çıkılamaz!

0

(Aşağıdaki yazı KöZ’ün Ekim 2005 sayısından alıntılanmıştır.)

Yaşadığımız topraklarda kurulan ilk komünist parti 10 Eylül 1920’de kurulan TKP’dir. Gerek TKP’nin bu topraklardaki ilk komünist parti olması gerekse de önderlerinin Kemalist hükümet tarafından kat­le­dilmesi, Türkiye sosyalist hareketini bu partiye sahip çıkmaya sevk etmiştir. Farklı geleneklerden gelen akımlar Mustafa Suphilere sahip çıktıklarını dile getirirler, kendileriyle onlar arasında bir bağ kurmaya çalışırlar. Ancak bu sahip çıkış platonik bir sahip çıkıştır. Çünkü aynı akımlar TKP’nin kurulurken ortaya koyduğu programı ve siyasal çizgiyi hatırlamamaktadır. Zaten bunlara göre TKP’nin programı ve siyasal çizgisi çoktan geçmişte kalmış eskimiştir. Oysaki bu program bir komünist partinin hiçbir zaman gerisine düşmemesi gereken amaç ve ilkeleri içermektedir.

Mustafa Suphilerin TKP’sinin siyasal çizgisinin mahiyetinin kavran­ma­ması başka bir sonuca da yol açmıştır. Mustafa Suphilere sahip çıkanlar onların çizgisinin asla bağ­daş­ma­yacağı Şefik Hüsnü’ye de aynı muhabbetle sahip çıkmaktadır. Oysaki Mustafa Suphi TKP’si ile Şefik Hüsnü arasında bir süreklilik değil bir kopuş vardır.

10 Eylül 1920’de kurulan TKP doğrudan doğruya bir «işçi köylü şuraları hükümetini», yani proletarya diktatörlüğü demek olan bir sovyet cumhuriyeti hedefini önüne koyarak bir proleter devrim stratejisini benimsemişti.

TKP’nin programında «demokratik denilen meşruti hükümetlerde de yönetimin parlamentarizm ve halkçı­lık adı altında ayrıcalıklı tabakalar elinde bir tekel haline geldiği» be­lir­tiliyor, partinin bütün varlığı ile bir «işçi ve köylü şuralar cumhuri­yetinin tesisi yolunda yorulmaksızın çalışmayı vazife bildiği» ilan ediliyor­du.

Bu program benimsendiği sıralarda Anadolu topraklarındaki siyasal gelişmelerin nasıl bir siyasal iktidarla taçlanacağı henüz belli değildi. Anadolu’da bir yanda eski Osmanlı paşalarının ve mütegal­li­be­nin vatanı kurtarma arayışları beli­­­rir­ken bir yandan da an­­tiem­peryalist ayaklanma ma­ya­­lan­­mak­tay­dı.

Ama daha burjuva partileri örgütlenmeden Bolşeviklerin teşviki ve desteği ile kurulan TKP’nin önder kadroları bu ayaklanmaya önderlik ede­rek bir işçi köylü şuralar cumhu­riyeti ile taçlandırmak amacıyla bu topraklara ayak basıyorlardı.

Sanılanın ve iddia edilenlerin aksi­ne, Mustafa Suphi ve yoldaşları Anadolu’daki Kemalist hükümete destek vermek için değil, onun pro­le­ter devrimci alternatifini yaratmak amacıyla yola çıkmışlardı. Zaten eğer böyle bir amaçları olsaydı kuruluş kongresi kararları arasında ve o kongrede benimsenen program­da açık seçik bu amacı ilan etmele­rine bir engel yoktu.

Buna karşılık TKP’den önce İstanbul’da Şefik Hüsnü ve arkadaş­larının kurdukları İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası tam da bu görüşte idi. Onlar işgal şartları altında ayrı ve bağımsız bir mücadele yürütmek yerine Anka­ra merkezli Kuvayi Milliye hareketini desteklemekten yana idiler. Hatta bu maksatla kendi partilerinin faali­ye­tini tatil edip bu harekete katılma kararı almışlardı.

Şefik Hüsnü ve arkadaşları da 1920’de toplanan TKP kuruluş kongresine davet edildiler; bu partiye katıldılar ve yönetimine de girdiler. Ama kongre onların Menşevik görüş­le­rini benimsemedi; TKPnin ilk prog­ra­mı İÇSF’nin Menşevik çizgisine gö­re yazılmadı; proleter devrimci bir Bolşevik çizginin damgasını taşıdı.

Şefik Hüsnü TKP kurulmadan önce yayınlanan Aydınlık’ta yazarken Kuvayı Milliyecilerin siyasi örgüt­len­mesini ifade eden Büyük Millet Meclisi’ni «hâkimiyet-i milliyeden ikti­dar alan bir halk hükümeti» sayı­yordu. Bu hükümeti devirip bir şuralar cumhuriyeti kurmak yerine «devlet makinesinin eksikliklerini tamamlamak ve gelişmesini sağla­mak» gerektiğini savunuyordu. BMM’­nin bir burjuva aygıtı olduğunu per­de­leyen yanılsamalar yaymakla meşguldü. BMM’nin güya bir Sovyet şeklinde örgütlenebileceğini savu­nu­yordu. Bu burjuva meclisinin kuvvet­ler birliği ilkesine göre ör­güt­lenmesini ve işçilerin işçi me­buslar yoluyla mecliste temsil edilmesini öneriyordu. Hükümeti bir «iş ve işçi hükümeti» haline getirmeyi hedef olarak benimsiyordu. Hatta Hüsnü’ye göre bir işçi hükümetinin oluşabil­mesi için «rical-i devlet arasında Marksist bir zihniyetle hareket etmeğe hevesli görünen şahsiyetler» bile vardı!

Oysa TKP programında «demok­ratik denilen meşruti hükümetlerde de yönetimin parlamentarizm ve halkçılık adı altında ayrıcalıklı taba­kalar elinde bir tekel haline geldiği» ifade edilmiş ve dolayısıyla burjuva meclisten bağımsız işçi köylü şura­larına neden ihtiyaç olduğu anlatıl­mıştı. Zaten Komintern’e bağlı ol­du­ğunu ilan eden bu partinin devlet hakkındaki görüşleri hiçbir yanılsa­maya yer bırakmayacak kadar netti. Devlet demokratik de olsa egemen sınıfların baskı aygıtı idi ve yıkılıp yerine «kapitalizm ile komünizm arasındaki geçiş dönemine ait bir hükü­met şekli» kurulması gereki­yordu; bu proletarya diktatörlüğü tanımının ta kendisiydi.

1922 yılında bile, yani Suphi ve yoldaşları öldürüldükten sonra ama daha TC kurulmadan TKP hala kuruluşundaki çizgiyi yansıtan bir tutuma sahipti. O tarihte yayınlanan bir broşürde BMM hakkında «kendi­lerini halkçı olarak adlandıran sırf burjuvalardan ve zorba takımından oluşan bu meclis» diye söz edilmişti.

Oysa Şefik Hüsnü Ağustos 1923’te yazdığı «Halk Millet Meclisi’nden ne bekliyor?» başlıklı yazısında bu çizgiy­le bağdaşmayacak şekilde işçi yığın­la­rı arasında BMM’nin işçi, köylü kit­leleri adına siyaset yapabileceği ümidini yaymaya başlamıştı:

«Meclis’in çoğunluğu, işçi ve köylü geniş halk kitlelerine dayanarak mı, yoksa bazı imtiyazlı zümre çıkarlarına adına mı faaliyette bulunmak niyetin­de olduğunu gösterecektir. Biz bu iki şıktan birincisinin gerçekleşeceği kanısındayız ve toplumun selameti adına böyle olmasını bütün varlığı­mız­la temenni ediyoruz.»

Onbeşlerin öldürülmesinden sonra kısa zaman içinde partiye damgasını vuran Şefik Hüsnü’nün çizgisi olmuş­tur. Böylece TKP’nin işçi sınıfının görevini «savaşarak Türkiye’nin kaderini bilfiil ele almak» olarak tarif eden çizgisi tarihe karışmıştır. Şefik Hüsnü Türkiye’nin mukadderatını BMM’ye dolayısıyla Kemalistlere bırakmış, işçi sınıfının önüne «var olan inkılâbı gereği gibi hazmetmek» ve burjuvaziye basınç uygulayarak muhalefet yoluyla burjuva reform­ların derinleştirilmesi görevini koy­muş­tur. Bu tutum 1905 devrimi sıra­sında Lenin’in «siyasal oportü­nizm» olarak adlandırdığı Menşeviklerin tutumunun bir türüdür.

Şefik Hüsnü bir yandan da «sana­yimizi de bu müddet zarfında gelişti­re­bilirsek, o zaman sosyalizm vadi­sin­de yeni adımlar atmak gereği or­ta­ya çıkacaktır» diyordu. Hâlbuki 10 Eylül 1920’de kurulan TKP «Türkiye’de fabrikacılığın geliş­mediğini, fabrikaların ve şehirlerin etrafında gelişkin ve toparlanmış bir proletaryanın oluşmadığını», «sınıf savaşının ilkel gelişim dönemini yaşadığını» kabul etmekle beraber, bu şartların işçi köylü şuralar cum­hu­riyetinin kurulması açısından elve­riş­siz olduğu sonucuna varma­mıştı. Aynı nesnel koşullardan yola çıkarak bir Sovyet cumhuriyeti hede­fini ortaya koymuş ve bu doğrultuda kurmaylarını proletaryaya önderlik etmek üzere Anadolu’ya yollamıştı.

Şefik Hüsnü’nün ufku hiçbir za­man burjuva akımların önderlik ettiği bir ulusal kurtuluş mücade­lesinin ötesine geçmedi. Kemalist hareketi «Türk milletini muhakkak bir ölüm­den ve ölümden de beter olan yabancı tahakküm ve esaretinden kurtaran milli birlik» diye andı ve ondan hep övgüyle bahsetti.

Oysa ki 1922’de TKP’nin bildiri­sinde bu «milli birlik» şu şekilde anıl­mıştı:

“… Bir müddet sonra meydanı boş bulup inlerinden birer ikişer çıkıp gelen dünkü savaş kahramanları -başta Anafartalar’da ünlenen olmak üzere- büründükleri ulusal ege­menlik perdesiyle yavaş yavaş halk kitleleri içine girmeye ve onları kendi etraflarında toplamaya koyuldular…”

Kemalist hareketin zaferinin kesinleştiği koşullarda dahi Şefik Hüsnü başka bir hedefe yönelmek gerekliliğini benimsemedi. Bu sefer de Kemalist hareketin kazanımlarını koruma hedefini öne çıkardı.

Dolayısıyla Şefik Hüsnü döne­min­de TKP’nin siyasetine Kemalistlerden başlayarak burjuvazinin çeşitli kesim­leriyle ittifak veya uzlaşma arayışları damgasını vurdu. Hüsnü 1924’te Ay­dın­lık’ta çıkan bir yazısında bur­ju­vazinin farklı fraksiyonları arasında «inkılabı yapan ve yaşat­mağa azmet­miş olanlar»la «derebeylik kalıntısı olan geleneklere ve Osmanlı haneda­nına bağlı olanlar» arasında bir ayrım gözeterek işçi sınıfının «gericiliğin tehditkar taraftarlarına» karşı Anado­lu’­nun genç burjuvazisi ile el ele ha­re­ket etmesini savu­nu­yordu.

Şefik Hüsnü’nün TKP’si «iktisat politikasında serbest rekabet sistemi mi yoksa devletçilik mi?» tartışma­sın­da da yine menşevizmin izinden giderek, burjuvazinin farklı frak­siyonları arasında taraf tutmaktan çekin­medi. «Türkiye’nin emperyalist kapitalist devletlerin egemenliği altına düşmesi endişesine» mahal vermeyen bir iktisat politikası izlemesi gerektiğini savundu. Türkiye sosyalistlerinin serbest rekabet siste­mi yerine tekelcilikten yana çıkmaları gerektiğini ve «cumhuriyet hüküme­tine bu mesafeyi kat ettirmek için var kuvvetleri»yle çalışmalarını söylüyordu.

Böylece burjuvazinin bir bölü­mü­ne karşı diğer parçayı savunuyor ve onun siyasal hattına yedekleniyordu. Yedeklenilen parçanın da ülke içindeki her türlü muhalefet hare­ketini bastıran, komünistleri katleden ve hapse atan, Kürt ayaklanmalarını kanla boğan Kemalistlerin olması bir tesadüf değildi.

Aynı şekilde Şefik Hüsnü’nün Aydınlık gazetesinde Şeyh Sait ayak­lanması İngilizlerin oynattığı bir irtica hareketi olarak tanımlaıyor, «Kahrol­sun İrtica» «Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Kefen Olmalı!» gibi man­şetlerle gazete sayfalarına taşınıyordu. Şeyh Sait Kürt Ayak­lan­masının bastı­rılmasında TKP burjuva diktatör­lü­ğüne açıkça destek sundu. Bunu da «Arkadaş kara kuvvet bizim de burju­vazinin de düşmanıdır. Bir her şeyden evvel bu düşmanı yen­me­liyiz; burjuvazi ile de ayrıca kozu­mu­zu paylaşırız.» diyerek meşru­laştıran bir çizgiye hayat verdi.

TKP’nin kurulurken ortaya koy­duğu çizgiyle Şefik Hüsnü’nün görüş­lerinin birbiriyle bağdaşmaz olduğu açıktır.

Zaten Hüsnü TKP’yi ortaya çıkaran koşulların anlamını da hiçbir zaman kavramamıştır. 1923 Haziran’ında Aydınlık’ta çıkan «Sosyalist Akımlar ve Türkiye» başlıklı yazısında, II. Enternasyonal’in oportünist partileri ile komünistler arasındaki ayrımların «Avrupa için hayati bir ehemmiyeti» olmakla beraber «memleketimiz açısından kıymetinin olmadığını» söylüyor, dolayısıyla «iki muhtelif hizbe ayrılmanın söz konusu bile olmaması gerekir» diyordu.

Mustafa Suphilere ve Şefik Hüs­nü’ye birlikte sahip çıkmak isteyen bugünkü TKP, Şefik Hüsnü TKP’sinin devamıdır ve Mustafa Suphilerin TKP’sinden de bir kopuşu temsil etmektedir. Bunu görmek zor değildir:

Parlamenter yollarla meclisi fethetmeye çalışan TKP, «meclise işçi mebuslar yollayarak onu bir iş ve işçi hükümeti haline getirmeye» çalışan Şefik Hüsnü TKP’sinin devamıdır.

Emperyalistlere karşı Kemalistleri de içeren yurtsever cepheler kur­maya çalışan TKP, ufku Kemalistlerin bağımsızlık anlayışıyla sınırlı olan Şefik Hüsnü TKP’sinin mirasçısıdır.

Şeriatçılığa karşı bayrağı en önde taşıyan TKP «irticaya karşı işçi sınıfının burjuvaziyle birlikte hareket etmesini» savunan Şefik Hüsnü TKP’sinin bir devamıdır.

Askerler ve aydınlar arasında müttefikler arayan TKP «devlet ricali arasında Marksist bir anlayışa sahip» olanlardan söz eden Şefik Hüsnü TKP’sinin mirasçısıdır.

Özelleştirmelere karşı devlet­leş­tir­meyi savunan TKP «serbest reka­be­te karşı devlet tekelini ve milli iktisat politikalarını savunan» Şefik Hüsnü TKP’sinin mirasçısıdır.

Kürt sorununda «etle tırnak gibi bir bütünüz» diyen ve bölücü emper­yalist güçlere karşı birlik olmayı savunan TKP, Kürtlerin kendi kader­lerini tayin etme mücadelesi konu­sun­da Kemalistlerin yanında saf tutan Şefik Hüsnü TKP’sinin mi­ras­çı­sıdır.

Kent metropollerini fethetmeyi önüne hedef olarak koyan TKP, İstanbul’un savaşın ateşinden uzak ferah ortamında düzenli iş sahibi olan ayrıcalıklı işçiler arasında çalış­ma yürütmeyi tercih eden Şefik Hüsnü TKP’sinin bir mirasçısıdır.

Pekiyi ama bugün Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi’nin TKP’sine birlik­te sahip çıkanlar ve bu ikisi arasında keskin bir ayrım olduğunun üstünü örtenler yalnız bugünkü oportünist TKPliler midir? Bugün Türkiye devrimci ve sosyalist hareketinin ezici çoğunluğu (hatta Kuzey Kürdistanlı örgütlerin çoğu da) Mus­tafa Suphi ile Şefik Hüsnü arasında bir süreklilik olduğunu savunmakta en azından bunun aksini vurgula­ma­maktadır. SBKP’nin Kruşçev ön­der­liğinde modern revizyonizme saplandığını iddia ederek o SBKP ile aynı çizgide hareket eden TKP’yi modern Revizyonist olarak tanımla­yanların çoğu da TKP’nin Şefik Hüs­nü ile birlikte oportünizme saptı­ğını saptayıp öne çıkarmamaktadır.

Oysa Bolşevizm mirasına sahip çıkan komünistlerin ödevi Mustafa Suphilerin TKP’sinin çizgisiyle Şefik Hüsnü’nün TKP’si arasındaki ayrım­ları vurguyla belirginleştirmek olma­lıdır. Bu hem oportünistlerin mas­ke­sini düşürmenin bir gereğidir. Hem de Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresine yansıyan kızıl çizgiye bağlanmanın en önemli ko­şu­ludur.

Şefik Hüsnü Oportünizminden Kopmanın Şartı İbrahim Kaypakkaya’nın Gerisine Düşmemektir

Türkiye devrimci ve komünist hareketi içinde Mustafa Suphi TKP’si ile Şefik Hüsnü opor­tünizmi arasında ilk ayrım koyan İbrahim Kaypakkaya ve onun ön­derlik ettiği TKP/ML idi.

Sınıf uzlaşmacılığından, par­lamentarizm sapkınlığından ve re­formizmden ilk kopuş değilse de, Kaypakkaya’nın çıkışı Ke­malizm kuyrukçuluğundan ilk dev­rimci kopuştur. Bu ayrımı ya­pan Kaypakkaya’nın aynı za­man­da Türkiye devrimci hareketi için­de Kürtlerin kendi kaderini ta­y­in hakkının kayıtsız şartsız savunusunu öne çıkaran ilk dev­rim­ci çıkışı temsil etmesi de tesadüf değildir.

Bu nedenle TKP’nin oportünist geleneğinden ilk devrimci ko­pu­şu gerçekleştiren İbrahim Kay­pak­kaya’nın görüşleri dün olduğu gibi bugün de gerisine dü­şül­memesi gereken bir eşiktir:

TKP Mirasçılığı

Şafak revizyonistleri TKP’nin Mihri Belli’ye, H. Kıvılcımlı’ya ve Yakup Demir’e layık revizyonist geçmişinin mirasçılığını da kim­seye bırakmıyor. TKP ko­nu­sun­daki görüşlerimizi de ayrı bir bro­şürde ele aldığımız için bu­rada üzerinde durmuyoruz. Kısa­ca belirtelim ki, TKP, Mustafa Sup­hi yoldaşın ölü­mün­den sonra sağcı ve reviz­yo­nist bir çizgi izlemiştir. Partinin önderliğini ele geçiren Şefik Hüs­nü, Kemalist­ler­den sosyalist dev­rim yap­ma­la­rını bekleyecek kadar Mark­sizm-Leninizmden uzak­laş­mıştır. Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP, köylülerin devrimci rolünü asla kavramamıştır. İşçi-köylü itti­fa­kını as­la kavramamıştır. Daima bur­ju­vaziyle ittifak kurmaya çalış­mış ve daima da bunun cezasını çek­miş­tir, ama bu cezayı işçi sını­fımıza ve yoksul köylülerimize de çek­tir­miştir. Şefik Hüsnü ön­der­liğindeki TKP, Kemalist ik­ti­da­ra sonsuz bir sadakat bes­le­miştir; silahlı mü­cadele yo­lunu reddet­miştir. Önce Kemalist ikti­da­rın tedrici dev­let­leş­tirmeler yoluyla sosya­liz­me (!) varmalarını bek­lemiş, sonra da hayal kı­rık­lı­ğına uğra­yarak Kema­list­lerin sos­yalist devrim için şart­ları ol­gun­laş­tı­rıl­masını bekle­me­ye ko­yul­­muştur. Kemalist iktidarın azınlık milli­yet­lere yöne­len zulüm ve baskılarını alkışla­mıştır. Bu miras, bizim aç gözlü miras düş­künü bezirganlara pek yakışıyor. TKP mirasında, ken­di revizyonist tezlerini des­tek­le­yecek pek çok şey bulacaklarına eminiz. Fakat, komünizm davasına gerçekten bağlı bir hareket böyle bir mirası reddeder. Biz Mustafa Suphi yoldaşın ve onun önder­li­ğin­deki TKP’nin mirasçısıyız. Komü­nizm davasına, devrime yü­rek­ten bağlı, ama revizyonist önderlik yüzün­den inançları ve enerjileri yanlış yollara kanalize edil­miş işçi, köy­lü ve aydın kad­roların, subjektif olarak kafalarında ve yü­rek­le­rin­de taşıdıkları “dev­rim” ve “ko­münizm” ateşinin sarsıl­maz inancının miras­çılarıyız.

(Seçme Yazılar, İbrahim Kay­pak­kaya, s.470-471)

Mustafa Suphilerin TKP’sinin mirasına sahip çıkmak İbrahim Kaypakkaya’nın da dediği gibi Şefik Hüsnü oportünizminden kopmayı gerektirir. Bu çizgiyle hesaplaşmak dün olduğu gibi bugün de Kürdistan sorununun yakıcı bir önem taşıdığı ve Kemalizm kuyrukçuluğunun ve ezen ulus şovenizminin hort­latılmaya çalışıldığı topraklarda hayati önem taşımaktadır.

Kimileri İbrahim Kay­pak­kaya’yı «ser verip sır ver­meme­sini» öne çıkararak; kimileri onun benim­se­yip uygulamak isterken aramız­dan ayrıldığı halk savaşı stratejisini öne çıkararak ha­­tır­la­mak­tadırlar.

KöZ’ün arkasında duran ko­mü­nistler İbrahim Kaypak­kaya’nın Şefik Hüsnü’nün opor­tünist mirasını reddedip Mustafa Sup­hi’nin TKP’si üzerinden Ko­münist Enternasyonal’in Bolşevik çizgisine bağlanmaya öncülük et­mesini önemsemektedir. Ke­malizm ve Kürt sorunu kar­şısındaki çıkışını öne çıkart­mak­ta­dır.

Komünistlerin parti birliği için mücadele edenler bu noktada İbrahim Kaypakkaya’nın gerisine düşmeyen bir çizgi izlemeye ve Mustafa Suphilerin kızıl çizgisine yeniden bağlanmaya azimlidir.

Mustafa Suphilerin TKP’sinin 85’inci kuruluş yıldönümü bu bilinç ve iradeyi bir kez daha or­taya koymak için iyi bir vesiledir. O partiyi kuran ve yaşatmak için hayatlarını veren komünistleri onlara layık olarak anmak için de bu tutumun geri­sine düşme­mek şarttır.

Paylaş