Sezen Aksu’lu Newroz’a Giden Yolun Çatışmalı Newrozlarla Döşendiğini Unutma!

0

(Bu yazının orijinali KöZ’ün Mart 2002 tarihli 22. sayısında yayımlanmıştır.)

8 Mart Kadınlar Günü Mart ayının havucu olmuşsa 21 Mart Newroz Kutlamaları onun sopası olmuştur. Burjuva diktatörlüğünün Mart sürecine ilişkin tutumu son derece nettir: “Benim çizdiğim sınırları kabul edip teslim olursan istediğini söyleyebilirsin. Çizdiğim sınırların dışına çıkarsan vay haline!” Feministlerin ve burjuva sosyalistlerinin polisliğinde gerçekleşen 8 Mart’ta devlet Kürt kitlelerine hiçbir sıkıntı duymadan havucu göstermiştir. Newroz’da ise benzer bir polisliği tüm hakkını vererek gerçekleştirebilecek hiçbir öznenin olmadığını en iyi devlet biliyor. Tam da bu yüzden devlet gerici reformların sınırlarını sopasıyla hatırlatmayı tercih etmiştir.

Yine de Newroz Kürt sorununun TC’nin yumuşak karnı olduğunu bir kez daha gösterdi. Her ne kadar TC, Kürtlerin ayrı devlet kurma sorununun emperyalistlerin desteğinde gerici bir biçimde çözülmesinde önemli avantajlar yakalamış olsa da, bu konudaki hassasiyetini kaybetmiş değil. Bunun çok çeşitli nedenleri var: Yaklaşan savaş, Kürtlerin kültürel demokratik sorunlarının onların devlet kurma sorunuyla yakından ilişkisi, yıllardır inkar ve imha politikalarına karşı mücadele etmiş olan Kürt emekçilerinin kazandıkları bilinci henüz yitirmemiş olmaları, Kürt meselesi üzerine yapılacak gerici reformların burjuvazinin değişik kesimleri arasında yol açtığı çatışmalar, Türk devletinin Kürtlerin demokratik taleplerini merkeze alan her türden eyleme karşı özel bir ilgi göstermesine yol açıyor. Kürtlerin anadilde eğitim, televizyon gibi demokratik taleplerine karşı devlet “hoşgörülü ve çağdaş bir devlet” gibi davranamıyor.

Kürtlerin önümüzdeki süreçte daha da öne çıkaracakları kültürel ve demokratik talepleri gözönüne alındığında önümüzdeki dönemde bu soruna yönelik bağımsız devrimci bir tutum takınmanın önemini de arttıracaktır. Bu artan önemi nedeniyle Kürt sorununda da sosyal şovenizme yelken açan kekemelerin ve demokrasi mücadelesine destek adına HADEP’in peşine takılan kuyrukçuların sayısı artacaktır. Sadece Kürtlerin ayrı devlet kurması sorununa ilişkin değil Kürtlerin kültürel demokratik talepleri çerçevesindeki mücadelesine yönelik takınılacak tutum devrimcilik-reformizm ayrışmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Kürtlerin demokratik taleplerinin devlet için taşıdığı öneme bakıp da bu durumdan Kürt hareketinin yeni bir yükselişe girdiği sonucunu çıkarmak doğru olmaz. Newroz yeni bir yükselişin işareti değildir. Newroz’da kitleleri yönlendiren örgütün ne olduğu bellidir. Kendini gönüllü bir biçimde tasfiye eden bir yapının örgütlediği bir eylem devrimci bir yükselişin habercisi olamaz. Kürt kitlelerinin militan tutumu, bu enerjinin liberal bir demokrasi mücadelesine kan taşımasını sağlar. Bu durum devrimcilerin iyimserlikle yaklaşmaları gereken bir durum değildir.

Aynı şekilde devrimci hareket açısından da bir yükselişten söz etmek olanaklı değildir. Bütün militanlığına karşın Newroz gericilik döneminin devrimci hareket üzerindeki tahribatını göstermiştir. 1998 8 Martı’yla kıyaslandığında devrimci hareketin katılımı, eyleme örgütlü müdahale kapasitesi son derece cılız olmuştur. Özellikle devrimci hareketin en örgütlü olduğu İstanbul’da devrimcilerin içinde bulunduğu savunma psikolojisinden, örgütsel ve siyasi zaaflardan ötürü dört sene önceki 8 Mart’a kıyasla düzenin kolluk kuvvetleri çok daha rahat hareket etmiştir.

Alarm zillerini devrimcilerden başka herkes duymaktadır. Türk devleti tarihindeki en zorlu dönemeçlerden birinden geçiyor. Bir yandan yaklaşan savaş, diğer yandan artan yoksulluk, öte yandan egemen sınıfın farklı kesimleri arasındaki çelişkilerinin artması. Tüm bu koşullar, “nesnel durumun olumsuzluğunu” devrimci sorumlu­luk­larını savsaklamanın bahanesi yapanların tüm mazeretlerini tüketmiştir. Yaşadığımız topraklardaki siyasi, ekonomik, askeri tüm gelişmeler emekçileri siyaset yapmaya davet ediyor, düzenin tüm kurumlarının rezilliklerini gözler önüne seriyor. Ancak Türkiye’de ve Kürt illerinde işçi sınıfını devrimci temelde örgütleyebilecek komünist partilerin bulunmaması “nesnel koşulların olgunlaşmasının” kendi başına ne kadar önemsiz olduğunu kanıtlıyor. Devrimci bir partinin olmadığı koşullarda işçi ve emekçiler kendi özgüçlerine dayanarak siyasallaşamıyorlar, siyasallaşsalar bile düzenin kendi içindeki mücadelede bir baskı grubu rolünü üstlenmenin ötesine geçemiyorlar. Son Newroz da bunun çarpıcı bir örneğiydi. Eylemlerin bütün militanlığına karşın eylemlere önderlik eden örgütün izlediği çizgiden ötürü AB yanlıları ile AB karşıtları arasındaki çatışmanın bir malzemesi oldu. Kürt kitlelerin eylemi AB yanlılarının kendini demokrasi dostu olarak pazarlamasını kolaylaştırdı; işçi sınıfının bir düşmanına karşı bir diğer düşmanın elini güçlendirdi. Bunun en somut örneği hemen eylemin ardından Radikal gibi AB yanlısı liberal gazetelerin ve yine İHD gibi sivil toplum örgütlerinin “devlet eylemlere izin verseydi bu üzücü olaylar yaşanmazdı” türünden açıklamaları olmuştur. Devletin Newroz’daki sopasının ardından 8 Mart’ta yaşanan biçimiyle liberal rüzgarların estiği barışçıl eylemler bu tür kurumlar tarafından önerilmektedir.

Çalıp duran alarm zillerine kulak vermek, sayısız çelişkinin biriktiği ve yoğunlaştığı bu topraklarda bir devrimi örgütleyecek partiyi yaratmak için nasıl bir stratejiye sahip olduğunu açıklamak bugün devrimci hareket için bir samimiyet testidir. Bu sorulara verilecek yanıtlara bakılarak içinden geçtiğimiz dönemde kimin bir devrimin düşünü görerek planlı bir partileşme stratejisine sahip olduğu, kiminse devrim üzerine gevezelik yaptığı bir kez daha anlaşılacaktır. Militan Newroz eylemlerinin kendi kitlelerinin gözüne sokup büyük yaygaralar kopartarak kendi örgütsel, siyasal sorumluluklarını unutma, unutturma vesilesi yapmak isteyenler çıkacaktır. Ancak net bir partileşme stratejisine sahip olmadan ne Newroz’dan ne de herhangi bir eylemden ders çıkarmak mümkün değildir.

Paylaş