(Ekim Devrimi’nin 100. Yılı vesilesiyle, büyük şair Nazım Hikmet hakkındaki yazılarımızı gündeme getirmeyi uygun gördük. Bu yazı KöZ gazetesinin Şubat 2002 sayısından alınmıştır.)
Türkiye işçi sınıfına selam
Selam yaratana
Tohumların tohumuna
Serpilip gelişene selam
Bütün yemişler dallarınızdadır
Bütün yemişler dallarınızdadır
Beklenen günler
Güzel günlerimiz
Ellerinizdedir
Haklı günler, büyük günler
Gündüzlerinde sömürülmeyen
Gecelerinde aç yatılmayan
Ekmek, gül ve hürriyet günleri…
***
Bu mısralar, daha pek çokları gibi Nazım Hikmet’in kaleminden çıkmıştır. İşçi sınıfı ve komünizm davasına ilişkin Türkçe söylenmiş sözlerin en bilinenleri arasındadır ve bu mısralarda söylenenlerin işçi sınıfı ile komünizm arasındaki bağın en özlü ifadeleri arasında olduğunu tartışma konusu edebilecek kimse şimdiye dek çıkmış değildir. Bundan sonra da çıkacağı yoktur. Bu günlerde bu ve benzeri mısraların edebi değeri, yeni bir keşifmiş gibi öne çıkmaya başladı. Nazım Hikmet’in büyük şair oluşu onun yeminli düşmanları tarafından bile teslim edilmeye başlandı.
Buna karşılık, reformistler ve öteden beri Nazım Hikmet sevdalısı olan aydınlar herhalde önemli bir silahlarının ellerinden alınmak istendiğini fark etmiş gibi Nazım Hikmet’e son bir gayretle sahip çıkma telaşındalar. Ne hikmetse, devrimcisiyle reformistiyle sosyalistler arasında da buna benzer bir refleks yaygın görünmektedir.
Ne var ki burjuva yazarları Nazım Hikmet’in şairliğini, çapkınlıklarını ve kimi kişisel özelliklerini hatta aslında komünizme muhalif bir eğilimi olduğunu ispatlamaya gayret ederken, bu gasp girişimine yanıt verme gayretinde olan devrimcisinden reformistine bütün sosyalistler arasında Nazım Hikmet’in «komünist kimliği»ni öne çıkartıp vurgulayarak karşı koyma refleksi yaygındır.
Söz konusu karşı koyma gayreti Nazım Hikmet’i kurtarayım derken, komünizm ve devrimcilik kavramlarını sulandıran bir işlev kazanıyor. Nazım Hikmet’in «komünist kimliği»ni öne çıkarayım derken, komünist kimliği ve devrimci tutumu, Nazım Hikmet’in seviyesine indirmekte kimse bir mahsur görmemektedir. Hatta öyle ki hayatının büyük bir bölümünü doğrudan doğruya bir devrimci örgütün içinde geçirmediği halde, komünizme gönül ve fikir bağı ile bağlı kalan Nazım Hikmet neredeyse örnek alınacak birisi gibi gösterilmektedir. Tasfiyeciliğin ve devrimci örgütlerden uzaklaşma eğilimlerinin kol gezdiği «birey olmanın» her vesileyle yüceltildiği koşullarda bu tür bir mesajın tasfiyeci ve reformistlerin işine geldiği açıktır. Ama devrimcilerin nasıl olup da aynı değirmene su taşımakta olduklarını fark etmediklerini anlamak güçtür.
Oportünistlerin adeta Nazım Hikmet’in düzen nezdinde de meşrulaşmasından istifade ederek komünizm propagandasını Nazım Hikmeti’in şahsı üzerinden yürütmelerine şaşmamak gerekir.
Ama sözde oportünizme karşı devrimci bir tutumun bayraktarlığını yapma iddiasında olanların bu tür bir fırsatçılığa itibar etmesi mazur görülebilecek bir durum değildir.
Burjuvazi Devrimcilerin Nazım Gibi Olmasını İstemektedir
Belki başka herhangi bir dönem bir ölçüde anlaşılabilir olan böyle bir tutum, bugünlerde bin kez kaçınılması ve mahkum edilmesi gereken bir kusurdur.
Zira burjuvazi Nazım Hikmet’in komünizm idealine bağlı olmadığını gösterme gayretinde değildir; zaten bunu yapmak da mümkün değildir. Aksine, bugün düzen güçlerinin hedeflediği ve reformistlerin çanak tuttuğu propaganda Nazım Hikmet gibi komünist olma fikrinin yayılması ve yerleşmesidir. Cezaevinde onun gibi yatan komünistler olsun, komünistler kavgayı onun gibi versin istemektedirler. Bir başka deyişle, «Nazım Hikmet’in komünist kimliği»nin komünist veya devrimci kimliklerini korumak için F Tipi zindanlarda aylardır direnen ve bir bir yitirmekte olduğumuz devrimcilerin direnişini gölgeleyecek tarzda öne çıkarılmasına hizmet eden bir kampanyanın önü açılmaktadır. Reformistler de aynı maksatla ve haklı olarak Nazım Hikmet’in tam da kendileri gibi bir komünist olduğunu vurgulayarak aynı değirmene su taşımaktadır.
Bugünlerde özellikle T.C. hükümetinin üstesinden gelemediği ve yüz yüze bulunduğu hiç de hayalete benzemeyen bir tehdit vardır. Sayıları binlere varan devrimci bu kimliklerini koruyabilmek uğruna ne düşmanlarının ne de reformistlerin akıllarına sığmayan bir fedakarlıkla direnmekte ve şiir kalıplarına sığmayan destanlar yazmaktadır. İşte bu gerçek, bütün başka gerekçelerden daha önemli bir etken olarak «Nazım Hikmet’in komünist kimliğinin» öne çıkarılmasına izin verilmesinin ardındaki asıl etkendir. Düzen güçleri ve reformistler bugün zindanlarda, ev baskınlarında direnenlerin ehlileştirilmesinde bir silah olarak Nazım Hikmet’in komünist şair oluşuna sahip çıkmaktadır.
Bu koşullarda devrimcilere düşen, bu tuzaktan uzak durmaktır. Bunun birinci koşulu, «yıllarını hapiste geçirmiş ve hapishaneden kendisini zindanlara tıkanlara destan yazmış Nazım Hikmet» tablosunun karşısına, zindanda olduğuna bakmaksızın «asıl siz teslim olun» diye haykıran, devrimci komünist kimliklerini yitirmektense ölmeyi tercih eden devrimcileri inadına öne çıkarmak gerekir. Zira onların zindan duvarlarını delerek dışarıya ulaşan ışıldayan gözleri, dimdik duruşları her türlü şiir ve destandan daha kıymetlidir; kimsenin kuşkusu olmasın bu direnişlerden daha büyük şiirler doğacaktır. Pek çok sanatçı er veya geç bu direnişi dile getirmek için birbirleriyle yarışacaktır.
Zaten Nazım’ın Şiirlerini Yazabilmesi İçin Komünist Olmasına Gerek Yoktu
Nazım Hikmet’e bugün zindanlarda, fabrikalarda, atölyelerde, mitinglerde, varoşların karanlık sokaklarında binlerce devrimcinin dilinden düşmeyen şiirleri yazdıran da başka türlü bir dürtü değildi. İlham perileri sadece periler ve hayaletler dünyasının kahramanlarıdır; Nazım Hikmet gibi büyük şairler, tıpkı Balzac, Zola vb. roman yazarları gibi gerçek hayattan ilham aldıkları için büyüktürler.
Demek ki Nazım Hikmet’in şiirlerine yansıyan onun edebi dehası kadar, hatta ondan önce işçi sınıfının isimsiz neferleri, devrim ve komünizm mücadelesinin dirençli militanları, onların kavgasının engin ilham kaynağıydı. Bunun için de, tıpkı Balzac’ın köylü olmadığı, Zola’nın hiç madene inmediği gibi Nazım Hikmet’in de komünist ve devrimci olması şart değildi. Demek ki, onun şiirlerini yüceltmek için ona sahip olmadığı komünist veya devrimci değerleri atfetmeye gerek yoktur.
Nazım Hikmet’in şiirleri, şiir ve edebiyat bakımından dünya çapında paha biçilmez eserler olsa da; bu şiirlere asıl rengini veren Nazım Hikmet’in dehası değil, onun şiir yazmaya, uğruna destanlar dizmeye yönelten işçi sınıfı ve komünizm kavgasıydı. Bu yüzden sermayenin Nazım Hikmet’i bir savaş ganimeti olarak yağma dağarcığına katma gayretlerine ve komünizmi Nazım Hikmet’in kişiliği üzerinden savunmakta bir mahsur görmeyenlere inat, komünistler Nazım Hikmet kampanyaları karşısında onun kişiliğini öne çıkarma tutumuna asla düşmemelidir. Aksine Nazım Hikmet ve onun şiirleri vesilesiyle komünistler, bu şiirleri söyleyene değil, şiirlerde söylenenlere ve bu şiirleri ona söyletenlere sahip çıkmaktan vazgeçmemelidir.