SSCB’nin Akıbetine Bakarak Ekim Devrimi Hakkında Hüküm Verilemez

0

(Bu yazı KöZ’ün Ocak 2002 sayısından alıntılanmıştır.)

Ekim Devrimi ile başlayan sürecin şu ya da bu noktada kesintiye uğradığı, tıkandığı ve nihayet bir yenilgiyle sonuçlandığı tartışılacak bir konu değildir.

Ger­çek şu ki, E­kim dev­ri­mi­nin en bü­yük ve ge­le­ce­ğin yo­lu­nu a­çan en ö­nem­li ka­za­nı­mı, R. Luxembourg’un isabetle saptadığı gibi, mil­yon­lar­ca e­mek­çi­nin «ce­sa­ret et­tik!» di­ye­bil­me­si; bolşeviklerin de bu girişimin sorumluluğu üstlenmeyi kabul etmesiydi.

Bu­ iradenin kay­be­dil­me­si­nin ü­ze­rin­den çok zaman geç­ti. Uzun süre Ekim Dev­rimi’nin bu asli kazanımının ortadan kalkmasının yarattığı boşluğu yeni ve özgül bir toplumsal olgu olarak SSCB doldurdu. Bu ikame süreci gerçek yenilginin kavranamayışında başlı başına bir etken olarak rol aldı. Ama nihayet, SSCB’nin dağılmasıyla asıl yenilgi, gecikerek açığa çıktı. Bu­gün bu ye­nil­gi­yi his­set­mek ve o­nun ba­sın­cıy­la yüz­yü­ze gel­mek i­çin so­mut si­ya­sal mü­ca­de­le i­çin­de yer al­mak ye­ter­li­dir. Bu yenilginin etkileri hala kırılabilmiş değildir, çeşitli vesilelerle farklı kılıklar altında siyasal mücadele içinde hissedilmektedir.

Ancak SSCB’nin dağılması ve BDT’nin ortaya çıkışı pek çokları için Ekim Devrimi hakkında hükümlerini açıkça ifade etmelerine olanak verdi. SSCB’nin dağılışını ve BDT’nin ortaya çıkışını Ekim Devriminin dolaysız bir sonucu olarak sunan bu yaklaşımlar hiç eksik olmadı. Bunlara göre SSCB’nin dağılışı Ekim devriminin yanlış bir girişim olduğunu kanıtlamış oluyordu. Hatta bunlar tarihin sonunda (sanki sonu gelmiş gibi) haklı olanların kaldığı, haksızlarınsa yenilgiye mahkum olduğunu vaaz edip, SSCB’nin dağılışını da bu şekilde anlatmaya çalışmışlardır.

Sonunda siyasal bir mücadele olan, olması gereken sınıf mücadelesi doğrularla yanlışların, yahut haklılarla haksızların kavgası değildir. Sınıfsal çıkarlar etrafında kümelenen, yahut böyle ayrıştırılması gereken siyasal güçlerin mücadelesidir. Bu mücadelenin de, her mücadeledeki gibi galipleri ve mağlupları olur; bunlar zaman zaman yer değiştirirler. Ekim Devrimi de SSCB’nin yozlaşması da tastamam bunu göstermektedir. Her ikisinde de mağluplarla galipler yer değiştirmişlerdir. Gelecekte de galiplerin mağlup, mağlupların galip konumuna gelmeyeceğini söylemek mümkün değildir. Son yenilenlerin kim olduğu, kimin daha fazla galibiyeti olduğu da bu durumu değiştirmez. Sınıf mücadelesinin kazananın kim olacağı güçlerin örgütlü oluşu ve izledikleri siyasi çizgiyle ilgili bir sorundur kimin haklı kimin haksız olduğuyla değil.

Yine aynı şekilde Ekim 1917’de başlayan dünya devriminin kaçınılmaz akıbetinin BDT olmadığı açıktır. Bu nesnel yasalar tarafından değil, siyasal güçler arasındaki uluslararası çapta mücadeleler tarafından belirlenmiştir.

Galip gelenin doğruyu temsil ettiği ve haklı olduğuna; mağlup olanın da haksız ve yanlış olduğu için yenik düştüğüne inanmak, herşeyden önce sınıf mücadelesinin yanlış kavrandığını gösterir. Bu tutum sınıf mücadelesinin de bir siyasal mücadele olduğunun gözden kaçırılmasının sonucudur.

Halbuki bu inanış ne kadar da yaygındır; ve bu ne büyük bir tuzaktır! Güçlüden ve galipten yana olma dürtüsü sınıf mücadelesi içinde işçi sınıfından kopuk aydınların ve işçi sınıfından ayrı bir mecrada gelişen küçük burjuva hareketlerinin ortak bir kılavuzu olmuştur; anlaşılan o ki, olmaya da devam edecektir.

Paylaş