Bu yazı Mart 2005 tarihli Proleter Devrimci KöZ’ün 25. sayısında yayımlanmıştır.
Rus takvimine göre 23 Şubat, bizimkine göre 8 mart 1917 günü yaklaşırken, Rusya’daki devrimci çevreler, her yıl olduğu gibi Uluslararası Kadınlar Gününü değerlendirmek üzere alışılmış hazırlıklarını yapmaktaydılar. Çeşitli yerlerde konuşmalar yapılacak toplantılar düzenlenecek, bildiriler dağıtılacaktı. Görünürde bu 8 Mart’ın da diğerlerinden farkı yoktu. Oysa 1917 yılının 8 Mart’ı yaklaşırken Rusya bir yandan savaşın şiddetlenen ateşiyle, bir yandan da kışın soğuğuyla kavruluyordu. Öte yandan, savaşın başlamasından itibaren ve erkek işçilerin büyük kısmının askere alınması nedeniyle, işçi sınıfının bileşiminde önemli değişiklikler oluyordu. İşçi sayısı da azalmayıp artıyordu: Yalnız Petersburg’da 1 Ocak 1917’de yeni işe girenlerin sayısı 400 bine yaklaşıyor ve 1917 Temmuzundakine göre 150 binlik bir artışı ifade ediyordu; bu kentteki işçi nüfusunun yüzde 40’ı seferberlik nedeniyle işyerlerinden ayrılmış bulunuyordu. Petersburg’da çalışanların yüzde altmışı 2 bin ve üzerinde, yüzde yetmişi bin ve üzerinde işçi çalıştıran işyerlerinde toplanmaktaydı; bunlar arasında Putilov (29 bin), Truboçni (19 bin) gibi büyük fabrikalar bulunuyordu. Petersburg Çarlık topraklarında çalışan işçilerin yüzde 10’unu barındırıyordu ve Petersburg’un can damarı Viborg bölgesindeki işçilerin yüzde 85’i metalürji işçisiydi. Bu durumda savaş yıllarında başkentin en önemli sanayi merkezinde şehirde doğmuş işçi çocuğu gençlerin önemli bir ağırlık oluşturduğu görülebilir.
Petersburg’da durum böyle olsa da, genel işçi nüfusu içinde köyden yeni gelenler de önemli bir kesim oluşturmaktaydı. 1914-1917 arasında erkek işçilerin sayısı yüzde 52.1, kadınlarınki yüzde 110.6, gençlerinki ise yüzde 38.8 oranında bir artış gösterdi.
Yeni işe girenler tekstil sektöründe ağırlıkla kadınlar, metal sektöründe ise daha çok 13-20 yaşlarındaki genç erkeklerden oluşuyordu. 16-21 yaşındaki işçiler toplam işçi nüfusunun dörtte biri kadardı. Gençler arasında yetişkinlere kıyasla okuma-yazma ve eğitim görenlerin oranı oldukça yüksekti: gençlerin yoğun olduğu metal işçileri arasında erkeklerin yüzde 90’ı kadınların ise yüzde 70’i okur-yazardı ve bu oran Rusya’da yaşayanların tümü açısından çarpıcı bir düzeye işaret etmekteydi. Buna karşılık, 21 yaşından küçüklerin işçi örgütlerine katılmalarını engelleyen birçok yasal ve «töresel» engel vardı. Çoğunluğu metalürji sektöründe çalışan bu gençler günde 9-10 saat çalışıp, yetişkin işçiler günde 10-15 ruble ücret alırken 1 rubleyle yetinmek zorundaydılar. Bu tablo 1917 Şubatı’na gelirken, kadın ve erkek genç işçilerin işçi hareketi ve devrimci çevrelerdeki rolü giderek artıyordu.
Aslında 1917 yılı bir çok devrimci çalkalanmayla başlamıştı; grevler, gösteriler, polis ve askerlerle çatışmalar ardı ardına geldi. Önce, 9 Ocak 1917’de (Rus takvimine göre; bundan böyle tarihleri Rus takvimine göre yazacağız) Moskova’da çalışanların neredeyse üçte birinin katıldığı ve Petrograd, Bakü, Nijni Novgorod kentlerine de sıçrayan bir grev oldu. Başkent Petrograd’ın ünlü Viborg semtinde grevcilere bir kısım askerin de katılması, gelecekteki gelişmelerin bir habercisiydi. 18 Şubat’ta bu kez Petrograd’da Putilov fabrikasında işçiler greve çıktı; tüm Viborg bölgesine yayılan grev dalgası 22 Şubat’ta bütün Petrograd’ı sarmıştı. Kadınlar Günü (23 Şubat) Petrograd’da böyle bir ortama denk geldi.
Petersburg’daki Novi Parvianien metalürji fabrikasında çalışan bir genç bolşevik işçi Driazgov o günü anılarında anlatıyor. Driazgov, 23 Şubat (8 Mart) günü işe giderken rastladığı bir başka fabrikadan genç bir kadın işçinin kendisini 8 Mart eylemlerine davet ettiğini; kendisinin de fabrikasına gider gitmez bunu diğer işçilere aktardığını ve tüm fabrikanın eyleme katıldığını söylüyor. Aynı kentteki Novi Lessner fabrikasında ise benzer bir öneri önce yetişkin işçilerin itirazlarıyla karşılaştıysa da gençlerin ısrarı üzerine bu fabrika da eyleme katıldı. Kadınların gösterisine katılan işçiler sadece bu fabrikadakiler değildi.
Kadınların gösteri için sokağa çıktığı gün, yalnız Petrograd’daki grevcilerin sayısı 90 bindi. Önlem almak üzere sokaklara salınan Kazaklar göstericilere sert bir müdahaleden kaçındı. Ertesi gün Petrograd’da grevci sayısı 240 bine ulaşmıştı. Bu iki gün boyunca 28 tane polis göstericiler tarafından linç edilmişti. Buna rağmen, belki de bu yüzden Petrograd’ın askeri sorumlusu olan General Habalov ateş açma emri vermekten kaçındı. Bir sonraki gün bütün Petrograd grevdeydi ve artık «kahrolsun çar», «kahrolsun otokrasi», «kahrolsun savaş» sloganları, «ekmek istiyoruz» sloganının önüne çıkıyordu.
25 Şubat günü, işçilerin «firavunlar» dediği atlı polisler Kazakların yerine devreye girdi. Aynı gün göstericiler arasından ilk kez tabanca ile polislerin üzerine ateş açıldı. Atlı polisler işçilerin üzerine rastgele ateş açtı; işçilerin arasından 3 ölü, 10 yaralı düştü. Bu çatışma sırasında işçiler sık sık Kazakları saflarına katılmaya çağırıyordu; onlardan biri, bir polis komiserini kılıcıyla öldürünce eylemciler tarafından omuzlara alındı. Gece polis operasyonlarında bolşeviklerin Petrograd Komitesi’nin üyeleri dahil, yüzlerce militan gözaltına alındı. Ertesi sabah sokaklara tekrar dökülen işçiler bu kez asker ve polislerin silahlarını kaparak çatışmayı sürdürdüler. Pavlovski alayından bir bölük, işçilere kurşun sıkmayı reddederek silahlarını atlı polislere çevirdi. Çarın devrilmesine varacak olan ayaklanma başlamıştı.
27 Şubat’ta binlerce asker, grevcilere katıldı; o gün içinde silahlarıyla birlikte işçilerin safına geçen askerlerin sayısı 60 bine ulaştı. Bu arada Çar’a bağlı kuvvetler binaların tepesine yerleştirilen mitralyözlerle kalabalığı tarıyordu. Ayaklanmayı durdurmak için arttırılan saldırılar işçilerin eyleminin şiddetini arttırdı. Aynı gün eylemciler polis merkezlerini, cezaevlerini basarak tutuklu arkadaşlarını da kavgaya kattılar. 27 Şubat günü, tıpkı 12 yıl önce, 1905 devriminde olduğu gibi, Petrograd Sovyeti kuruldu. O sırada Moskova’da da sokak gösterileri sırasında askerler birbirleriyle çatışmaya başlayıp, bir kısmı işçilerin saflarına katılıyordu. Çarın ayaklanmayı bastırmak üzere başkente getirtmek istediği General İvanov’a bağlı birlikler ise demiryolu işçilerinin greve çıkmasıyla Petersburg’a ulaşamadı.
27 Şubat’tan itibaren komutanlarının askerlerin denetimini tamamen kaybetmesiyle, artık önü alınmaz biçimde yükselen ayaklanmanın sonucunda, Romanov hanedanının son temsilcisi Çar İkinci Nikola kendi meclisi olan Duma’nın da önerisine uyarak tahtını terk etti. Nikola Romanov 2 Mart günü kendisinin ve veliaht oğlunun tahttan feragat ederek tacı kardeşi Mikhail Romanov’a devrettiklerini ilan etti. Mikhail Romanov da tacı bir gün taşıdıktan sonra vazgeçti. Çarlığın devrilmesine varan olaylar bir hafta sürmüştü.
Bu gelişmelerin ardından İsviçre’de bulunan Lenin, esir Rus askerlerine bir bildiriyle seslenerek Rusya’daki gelişmeleri şöyle anlattı:
“Yoldaşlar, Rusya’da bir devrim patlak verdi. Petrograd ve Moskova’nın işçileri bir kez daha özgürlük hareketinin öncüleri oldu. Siyasal grev ilan ettiler. Kızıl bayraklarla sokağa indiler. Çarın jandarma ve polisine karşı ve askeri birliklerin halkın saflarına geçmeyen küçük bir kısmına karşı, aslanlar gibi savaştılar. Yanlız Petrograd’da 2 bin ölü ve yaralı sayılıyor. Rus işçileri ülkemizin özgürlüğünün bedelini kanlarıyla ödediler. İşçilerin talepleri ekmek, özgürlük ve barıştı… Petrograd ve Moskova garnizonlarındaki askerlerin çoğunluğu ayaklanan işçilerin safına geçti. Asker üniforması içindeki işçi ve köylüler, ünüforması olmayan işçi ve köylülere ellerini uzattılar. Subayların da en iyileri devrime katıldılar. Halka karşı yürüyen subaylar askerleri tarafından vuruldu.” (TE. c.23, s. 372-374)
Çar’ın tahtını terk etmesi, «Avrupa gericiliğinin kalesi» olarak anılan Rusya için sembolik bakımdan bile muazzam bir devrim ifade ediyordu. Ama kelimenin gerçek anlamıyla, yani iktidarın hakim sınıflardan ayaklanan işçi, asker ve köylülerin eline geçmesi anlamında devrim henüz gerçekleşmiş değildi. Lenin bu durumu ve gelişme perspektiflerini şu sözlerle tasvir etti:
“Devrimi yapan işçiler ve askerlerdi. Ama başka devrimlerde sık sık olduğu gibi, önce iktidarı ele geçiren burjuvazi oldu… Çarı deviren ayaklanmış işçiler ve askerler olduğu halde yeni geçici hükümeti tayin eden çarın Devlet Duması oldu. Bu geçici hükümet liberal kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin temsilcilerinden oluşmaktadır. … Guçkov’lar ve Lvov’lar halk düşmanı faaliyetlerini yürütürken, «demokrat» Kerenski … sadece hükümette halka boş ve tumturaklı laflar söyleyen «demokratik» bir laf ebesi de bulunsun diye yeni hükümete çağrılmıştır … Ama Petrograd’da bu hükümete paralel olarak bir başka hükümet adım adım örgütlenmektedir. İşçiler ve askerler, bin işçi veya askere bir delege hesabıyla bir temsilciler sovyeti oluşturmuşlardır. Bu sovyet şimdi Tauride sarayında toplanmaktadır ve binden fazla delegeyi kapsamaktadır. Başlangıçta bu sovyet türlü hatalar yapabilir ama sonuçta kaçınılmaz olarak yüksek ve emredici bir sesle barış, ekmek ve demokratik cumhuriyet talebini yükseltecektir.” (TE, c.23, s.374-375)
Petersburg Sovyeti’ne ilk on beş gün içinde işçilerden ve askerlerden taleplerini bildiren 14 bin mektup ve telegraf ulaştı; Moskova Sovyeti’ne de binlercesi ulaşmaktaydı. Aynı şekilde Duma’ya ve Kerenski’nin şahsına şiirler ve mektuplar yağmaktaydı. Bu mektuplarda yansıyan talepler oldukça mütevazıydı: Sefalet ücretinin biraz üzerine çıkan ücret artışı; 40 saatlik çalışma haftası; işyerlerindeki sağlık koşullarının düzeltilmesi; iş güvencesi; işyeri komitelerinin fabrika yönetimine katılması gibi noktalarda odaklaşıyordu. Mektuplarda siyasal talep olarak öne çıkan ise, demokratik bir cumhuriyetin kurulması ve Kurucu Meclis’in açılması idi. Bu hedef Bolşevikler dahil Rusya’daki çarlığa karşı olan tüm siyasal akımların ortak hedefini ifade ediyordu. Ama çar bir proleter ayaklanma sonucunda devrilmişti ve yerini doldurmaya aday güçler bir tane değildi. İşçilerin içinde bile tek bir tutum mevcut değildi; gençler ve köyden yeni gelmiş kesimler hazır siyasi kurumlara karşı bir kuşkuyu ve radikal istemleri dile getirirken, özellikle büyük fabrikalarda ve yerleşik bir düzeni ve kimi ayrıcalıkları olan kesimler (ki o dönemde askere alınmamak bile başlıbaşına bir ayrıcalık oluşturuyordu) ise daha ılımlı ve istikrar yanlısı bir tutumu temsil ediyorlardı. Sonradan ortaya çıkan rakamlara bakılırsa Menşevikler daha çok ikinci kesimden Bolşevikler ve Sosyalist Devrimciler ise birincilerden beslenmekteydi.
Bolşevik örgütlenmenin Şubat Devrimi’ni izleyen günlerdeki rolü hakkında kimi abartılı kimi de küçümseyen çeşitli değerlendirmeler vardır. Ama bunların hiçbiri bazı somut olguları değiştirmiyor. Şubat Devrimi’ne varan eylemlerin başladığı Petersburg, Rus sanayiinin olduğu gibi işçi hareketinin de can damarıydı. Elbette devrimci hareketin odaklaştığı ve polis baskısının en yoğun olarak görüldüğü yer de orasıydı. Lenin Petersburg için «tüm Rusya’nın coğrafi, siyasi ve devrimci merkeziydi» diyor. Bolşeviklerin en önemli örgütlerinden biri de Petersburg Komitesi idi. Özellikle savaş yılları boyunca polis teşkilatı birçok kez Petersburg Komitesi’ni çökerttiğini açıklayarak böbürlenmekte, ama bunu bir süre sonra tekrarlamak zorunda kalmaktaydı. Savaş süresince, üç buçuk yıl boyunca Petersburg Komitesi’ne bağlı örgütler otuzu aşkın ciddi operasyonla yüz yüze kaldı; bu operasyonlarda zaman zaman komitenin üyeleri de ele geçmekteydi. Üç buçuk yıl boyunca, aynı kentte üslenmiş olan Rusya Merkez Komitesi’nin bazı üyelerinin de aralarında bulunduğu Petersburg Komitesi ve bağlı örgütlerin yöneticilerinden beş yüz kadro tutuklanmış, binlerce bolşevik de ya sürgün edilmiş ya tutuklanmış veya askere alınmıştı. En son olarak da, 9, 10, 18, 19 Aralık 1916’da ve 2 Ocak 1917’de peş peşe beş büyük operasyon olmuştu; 2 Ocak’ta komitenin 10 üyesi ele geçti. Stary Lessner fabrikasından bir bolşevik işçi anılarında şöyle diyordu:
“Parti örgütlerini birbirlerinden kopartmaya çalışıyorlardı; saflarımızdan önder yoldaşlarımızı koparıp alıyorlardı. Bölgenin sorumlu üst organlarıyla Piter semti arasındaki bağlantılar zaman zaman kopuyordu.” (Tüm bu bilgileri, sovyet belgelerinden aktaran J. J. Marie, Petersburg Komitesi’nin faaliyeti makalesi, «Leon Troçki Defterleri» sayı 24, Aralık 1985, Paris)
Buna rağmen Petersburg Komitesi her seferinde yeniden toparlanmayı ve kurumsal sürekliliğini korumayı başarmıştı. Şubat 1917’de çeşitli kaynaklara göre 2000-5000 üyeyi yöneten bu komiteye bağlı militanların sayısı ekim ayında 40 bine yükselmişti. Hemen Şubat Devrimi’nin ardından, sınıfın genç ve dinamik unsurlarını örgütlemek üzere kurulan ve Nadejda Krupskaya’nın da aktif olarak çalıştığı gençlik örgütü «Emek ve Işık» da bu komite sayesinde kurularak sadece Viborg semtinde 30 bin genç işçiyi örgütlemeyi başarmıştı.
İşte böyle bir parti Şubat Devrimi sırasında mevcut olduğu için, emperyalist zincir Rusya’da kırılabilmiştir; böyle bir partinin bulunmadığı koşullarda ise, nesnel koşullar çok daha fazla olgunlaşmış olsa bile, daha güçlü, deneyimli ve (sendikal vb. bakımdan) örgütlü bir işçi hareketi bulunsa da, başarılı proleter devrimler yaşanamamıştır. Lenin’in ölümünden beri, nesnel koşullar pek çok ülkede defalarca bir devrimin imkanlarını sunmuş olsalar da, eksikliği giderilemeyen budur; bu nedenle komünistlerin öncelikli ödevi bu öznel zaafı aşma noktasında odaklaşmaktır.
Şubat Devrimi’nin Ekim Devrimi’ne Dönüşmesinin Koşulu Bolşevik Parti’ydi
Ekim Devrimi’nin tarihçesi değişik açılardan irdelenebilir. Bu devrimin gerçekleşmesinde emperyalist savaşın ne ölçüde belirleyici olduğu, ulusal sorunun, yahut köylülüğün Çarlık Rusyası’ndaki konumunun devrimin gelişmesindeki etkisi ve başka tarihsel, sosyo-ekonomik etkenler bu devrimin gerçekleşmesini kavramak ve açıklamak için ele alınıp irdelenebilir. Nitekim birçok değerlendirme bu etkenleri ayrı ayrı yahut değişik bileşimlerle tahlil ögesi yapmaktadır. Buna karşılık bir başka açıdan söz konusu olan bütün nesnel etkenlerin hem kapitalist dünya sisteminin yapısı, hem de emperyalist savaşın karakteri nedeniyle birçok başka toplum için de geçerli olduğu gerçeği bütün bu nesnel tahlillerin yanı başında duran bir sorun olarak kalmaya devam eder.
Rus Devrimi elbette bir nesnelliğin ürünüdür; nesnel koşullardan bağımsız bir sürpriz değildir. Ama söz konusu olan nesnel koşulları Rusya’nın özgüllüğü derekesine indirgeyen bakış açıları aslında bu nesnel koşulların kavranışını değil, yanlış kavranışını ifade etmektedir. Rus Devrimi’nin tarihsel arka planı diye tanımlanabilecek olan nesnel koşullar, öncelikle genel ve evrenseldir. Ama Rus Devrimi’nin anahtarı, ne yazık ki evrensel ölçekte olmayan Bolşevik Parti’nin varlığında yatmaktadır.
Her ne kadar SBKP Tarihi sonradan Şubat Devrimi’ni «burjuva demokratik devrim» olarak tanımlıyorsa da, demokratik bir devrimin en temel sorunlarının Şubat-Ekim arasında değil, Ekim’den sonra ele alınıp çözüldüğü açıkça görülebilecek bir olgudur. Teorik olarak burjuva demokratik görevlerin başlıcaları olarak sık sık anılan «toprak sorunu», «ulusal sorunun çözümü», «savaşın sona erdirilmesi» gibi sorunların hiçbiri Şubat-Ekim arasında çözülemedi; «iş-ekmek-özgürlük» taleplerinin gerçekleşmesi için de Ekim Devrimi’nin olması gerekti. Gerçi çarın devrilmesiyle birlikte, sürgündeki bolşevikler geri dönebildi, hapistekiler salıverildi, yıllardır yeraltında çalışmakta olan bolşevikler nihayet açık legal toplantılar örgütlemeye başladılar. Ama bu çok uzun sürmedi; kısa zaman sonra, bir yıl geçmeden, birçok bolşevik önder yine hapiste, Lenin Zinovyev dahil birçokları yeniden sürgünde idi; parti yeniden yeraltına geçmişti.
Bir an için burjuva devrimi çarın yerine Kurucu Meclis’e dayanan bir burjuva hükümetinin geçmesi olarak görülse bile, en azından, bu devrimin önüne «demokratik» sıfatının yakıştırılması uygun değildir. Eğer Bolşevikler iktidarın sovyetlere dayanan «işçi-köylü hükümetine» geçmesine önderlik etmemiş olsalardı, Çar İkinci Nikola’nın boşalttığı iktidar koltuğu belki faşist bir diktatörlük tarafından doldurulacaktı. Nitekim yaklaşık beş yıl sonra, Kerenski gibi eski bir sosyalist olarak Mussolini, İtalyan komünistlerinin iktidarı işçi sınıfının ele geçirmesine önderlik edemedikleri için ilk faşist diktatörlüğü gerçekleştirmişti; onu Polonya’da Pilsudsky izlemişti. Yahut Almanya’da trajik biçimde yaşandığı gibi, burjuva demokratik devrim, 1918 proleter devrimini ezen bir karşı devrim olarak gerçekleşmiş; Almanya’nın aynı zamanda Avrupa’nın en demokratik burjuva anayasası olan Weimar Anayasası Rosa Lüksemburg ve yoldaşlarının ölüleri üzerine kurulmuştu.
Şubat Devrimi, başarılı bir burjuva demokratik devrimi olarak değil, bolşevik önderlik sayesinde Ekim’e vardırılabilmiş bir proleter devrimin başlangıcı olarak görülmelidir. Köylülüğün (özellikle üniforma altındaki köylülerin) desteklediği proletaryanın fiili önderliği altında çarın devrilmesiyle başlayan 1917 Devrimi «kesintisiz biçimde» sovyet cumhuriyetiyle sonuçlanmıştır. Lenin’in berrak bir biçimde ifade ettiği gibi, «proleter devrim, burjuva demokratik görevleri geçerken çözmüştür.»
Öte yandan, bolşevik tipte devrimci partilerin önderliği olmadan bir çok ülkede Şubat Devrimi’ne benzer, yarım kalmış devrimlerin olduğu ve bunların hiçbirinin küçük burjuva demokratlarının hayal ettikleri gibi, demokratik devrim görevlerini çözmedikleri de defalarca görülmüştür.
«Ekim Devrimleri»nin Olmazsa Olmaz Koşulu Devrimci Partidir
Açıktır ki, Şubat devriminin gerçekleşmesi ve çarlığın devrilişine varmasında Bolşeviklerin payı pek azdı. Hatta Petrograd örgütünde yer alan bolşeviklerin anıları bu konudaki tereddüd ve hazırlıksızlıkları yansıtmaktadır.
«Şubat Devrimleri»nin olması için bolşevik bir partiye ihtiyaç olmadığı ne kadar doğruysa, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi demek olan «Ekim Devrimleri» için bunun elzem olduğu, bu iktidarın elde tutulabilmesi için de bu tip bir önderliğin bir dünya partisi olarak varlığının gerektiği yaşanan tüm deneyimlerin en önemli dersidir.
Şubat’dan Ekim’e giden sürecin öğrettiği temel ders devrimci bir parti olmadan, bu partinin yerine başka bir örgütle proletarya devriminin başarıya ulaşamayacağıdır. Sonraki tarihsel süreç de böyle bir partinin eksilmesiyle iktidarın da korunamayacağını göstermiştir. Aynı ders o günden bugüne tersinden birçok kez doğrulanmıştır.
1917 Şubat Devrimi’nin yüzüncü yıldönümüne yaklaşırken komünistler «Şubat Devrimleri» için değil, «Şubat Devrimleri»ni «Ekim Devrimleri»ne taşımak üzere her an hazır olmalı; bunu sağlayacak partiyi yaratmalıdır.