Bu yazının orijinali Haziran 2002 tarihli KöZ Gazetesi 23. sayısında yayımlanmıştır.
8 Örgüt Ölüm Orucunu Bitirdiğini Açıkladı
28 Mayıs günü 8 örgüt tarafından yapılan açıklama ölüm orucu eyleminin rolünün oynayarak sonlandırıldığını, tecrit saldırısına karşı mücadelenin başka araçlarla devam ettirileceğini, sürecin bir muhasebesini ortaya koymaksızın ve mahcup bir tonda ilan etti. Tasfiyecilerin ve burjuva hümanistlerinin meydanını genişleten bu durum, aynı zamanda bir direniş sürecini beraber sırtlanan saflarda da maneviyatı bozuk bir tartışma ortamının işaretlerini belirginleştirdi. Her şeyden önce ölüm orucu direnişi sona ermedi. Direnişe katılım zamanından bağımsız, ortak bir karar alma sürecine bağlı bir eylem sürdürülüyordu. Şimdi ortada olan şu ki DHKP-C ve TKEP-L davası hükümlüleri bunu sürdürmeye devam ediyorlar. Sürdürmeyen tutsaklar da bu eylemi bırakmış oluyorlar.
KöZ’ün Sözü
2002 Mayıs ayının son günleriyle birlikte, F tipi mücadelesindeki bir gelişme gündeme damgasını vurdu: Yaklaşık iki buçuk yıldır sürdürülen ölüm orucu eylemi sekiz örgüt tarafından bitirildi. Ne var ki eylem sona erdirilirken gerektiği gibi bir devrimci muhasebe devrimci yayınlarda yer almadı. Geride bırakılan süreçte sergilenen hata ve zaafların üstünü örtmek üzere bir takım değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirmeler de sanki ortada hiçbir başarısızlık yokmuş gibi, devrimci tutsaklar koğuş gibi bir mevziiyi yitirip F tipi hücrelere girmek zorunda kalmamışlar gibi konuşulmaktadır. Yenilgi ve başarısızlıkları olmamış gibi göstermek üzere sahte zaferlerden bahsedilmektedir. Ne kaybedilen mevzilerin adı konmakta, ne de süreç boyunca izlenen siyasi tutumlar masaya yatırılmaktadır. Halbuki gelinen noktada süreç boyunca izlenen siyasi taktiklerin ve stratejik politik tutumların payı vardır.
Devrimci bir muhasebeye en çok dışarıda ölüm orucuna destek sunmaya çalışan, devrimcilere yakınlık duyan unsurlar ihtiyaç duymaktadır. Buna rağmen devrimci akımların hemen hepsi kof ajitasyonlarla bu ihtiyacın üstünü örtmeye çalışmaktadır, süreç hakkında bir bilgilendirme yapmaktan kaçınmaktadır. Halbuki devrimci bir muhasebe vermekte gösterilen sorumsuzluk, bu çevrelerin desteğinin de yitirilmesine neden olacaktır.
İhtiyaç duyulan netlikte bir muhasebe ortaya konmadıkça, devrimci hareketin içinde bulunduğu kan kaybını durdurması, kitlelerin yeniden güvenini kazanması mümkün olmayacaktır. Bunun örneklerine devrimci hareketin yakın tarihinde sıkça rastlanmıştır. 12 Eylül yenilgisinden sonra, 96 ölüm oruçlarından sonra gerekli muhasebelerin çıkartılmaması, izlenen siyaset tarzının daha doğru bir tarz bulmak adına sorgulanıp değiştirilmemesi bugünün ortaya çıkmasında önemli bir etkendir. Yenilgilerden öğrenmeyi bilmeyenlerin sınıfın önderliğini kazanmak bir yana büsbütün mücadelenin dışına düştüğü görülmüştür.
Bu arada devrimciler arasındaki “samimi sohbet”lerde süreç hakkında kimi değerlendirmeler yapılıyor. Genellikle yenilgi ve başarısızlıkların birincil dereceden sorumluları arasında olanlar bile yenilgi ve başarısızlıkları kendi kusurları ile değil de nesnel koşullarla açıklamaya çalışıyorlar. Kendileri her zaman en doğru şekilde düşünüp doğru tutum aldıkları halde, süreci belirleyen güç dengeleri (diğer devrimci siyasetlerin tutumları, kitlelerin duyarsızlığı, sınıf mücadelesinin düşüklüğü vs.) doğru bir tutum izlemelerine izin vermediğini iddia ediyorlar. Bu mazeretçi açıklamalar bir eleştiri-özeleştiri sürecinin önünü tıkamak için düzülüyor.
Öte yandan yenilgi ve başarısızlıkların nedenini nesnel koşullarla değil de teorik kusurlarla açıklayanlar da ortaya çıkıyor. Teorik sorunlar çözülmeden devrimci hareketin yenilgi almaktan kurtulamayacağını vaaz ediyorlar. Bu yüzden teorik mücadelenin yükseltilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ancak kaybedilen siyasi mevzilerdir ve tekrar kazanılabilmeleri için yeni siyasal araç ve yöntemlerle yürütülen siyasal bir mücadeleye ihtiyaç vardır.
Gericilik dönemlerinde teoriye ilginin artmasının basit bir nedeni vardır: Teori siyasi ve örgütsel sorumluluklardan kaçmanın daha önemli işlerle uğraşmak adı altında bir kılıfı haline getirilmiştir.
Elbette siyasi ve örgütsel sorumluluklardan kaçma devrimci mücadeleden “malulen emekli” olmayı da gerektirir. Ancak işin kötüsü ilgili şahıslar emekliliklerini eski işlerinin başında geçirmek istemektedir. İşi kendilerine uydurmanın arayışı içinde, teorinin önemine övgü ve ilgiyi arttırmaları bundandır. Pratik ve örgütsel sorunların üstesinden gelemeyenler bu pratiğin ve örgütlerin büsbütün ortadan kalkmasını tercih ederler. Tasfiyecilik buradan gelişir. Ama devrimci örgütleri büsbütün ortadan kaldırmak aynı zamanda mevkilerin de ortadan kalkması anlamına geleceği için, bu tasfiyecilik örgütleri pekiştirme iddiasıyla ve bunun için devrimci pratikten adım adım uzaklaşma şeklinde yol alır. Böylece ortaya risksiz ve siyasal sorumluluk gerektirmeyen ama varlığını sürdürüp hatta önemli ve büyük işlerin peşinde koşan örgütler ortaya çıkar.
Sonuç olarak, ölüm oruçlarının bitirilmesiyle birlikte hızlanacak olan tasfiyeci rüzgara karşı durmanın gereği yapılan yanlışların hesabını vermektir. Komünistler gerek diğer devrimciler arasında gerekse de bugüne kadar pek çok fedakarlık pahasına devrimcilerin çevresinde kalmakta ısrar etmiş kesimler arasında, cezaevlerinde yaşananların devrimci bir muhasebesini çıkarma yönünde müdahalelerde bulunmalı ve bu alanlara sızmaya şimdiden başlayan liberal eğilimlerin önünü kesmek için sorumluluk üstlenmelidir. Ancak bu müdahalelerde devrimcilerle devlet arasındaki mücadelede tarafını şaşırmamak, liberallerle ağız birliği etmemek, “ideolojik mücadele” adı altında kibirli nasihatlerle devrimci harekete akıl fikir ihsan etmeye çalışanlarla aynı konuma düşmemek dikkat edilmesi gereken hususlardır.