TKP’nin Mirasına Kim Sahip Çıkıyor?

0

[Bu yazı Ocak 2011 tarihinde KöZ Yayınları tarafından yayımlanan «TKP’nin Mirasına Nasıl Sahip Çıkılır?» başlıklı broşürden alınmıştır.]

TKP’nin Mirasına Kim Sahip Çıkıyor?

1920 yılının 10 Eylül’ünde Bakü’de kurulan TKP, siyasi hedefini ve bu hedefe ulaşmak için izlenmesi gereken yol ve yöntemleri tarif etmekle kal­ma­­dı. TKP’nin kurucu önderlerinden onbeşi dünya devrimine ve bu devrimin dünya partisi karşısında sorumluluğunu üst­len­dik­le­ri dev­rime bilfiil önderlik etmek üzere Anadolu’ya geç­me kararı aldılar. Ama bu topraklara ayak basar bas­maz, 28 Ocak 1921’de kat­ledildiler. TKP’nin bir militanı olan Nazım Hikmet «onbeşler»i nasıl anmak gerektiğine  şu dizelerle dikkat çekti:

“Yoldaş,

Bunların sen

isimlerini aklında tutma

fakat

28 Kanunusaniyi unutma!”

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının isimleri unutulmadı, unutturu­madı. Her yılın 28 Ocağı geldiğinde, kimi zaman azalan kimi zaman ar­tan sayıda komünist onları andı; anacaklar da. 10 Eylül’lerde de TKP anılıyor. Hatta, TKP’nin kendi kendini tasfiye edi­şinin ardın­dan, 10 Eylül’ü ve «onbeşleri» ananların sayısı daha da arttı.

Zaten Nazım Hikmet, «onbeşler»in adlarını anmanın yersiz oldu­ğunu kastetmemişti. Onların, katledildikleri topraklara hangi amaçlar uğ­ru­na ve ne maksatla geldiklerini unutturacak şe­kilde, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının şahsiyetlerinin öne çıka­rılmasını önlemek istiyordu.

Bu nedenle 28 Ocak (Kanunusani) gününü sadece TKP önder­leri­nin katledildiği gün olarak anmakla yetinmemek gerekir. 28 Ocak Komünist Enternasyonal Türkiye şubesinin yöneticilerinin, Ana­dolu topraklarındaki sınıf mücadelesinde işçi ve köylü yı­ğınlarına bizzat önderlik etmek üzere gelişlerinin yıl dönümü­dür.

Nitekim 28 Ocak’ın ikinci yıldönümünde TKP de «onbeşler»i tanıtmak için ya­yınladığı kitapçığın girişinde şunları söylemişti:

“Yoldaş! Bu 15 ölü bizim için nihayet 15 isimsiz komünisttir; ve sen bu isimsiz ölüleri dünyanın her dağında, her köşesinde, her deni­zinde bulursun! Bu isimsiz ölülerin isimleri cisimleri bizim için hiç­tir. Biz her yaşayan işçi kadar, her ölen komünisti de farksız tanıyo­ruz. Çünkü biz ayrılıksız, sınıfsız bir toplum yarat­mak istiyo­ruz.”

O gün bugündür aynı topraklarda komünist bir dünya kurma mü­cadelesine hayatlarını veren «onbeşler» gibi komünistler hiç eksik olmadı; komünizm ve devrim davasına yüz çevirenlere inat bunlar dünyanın her köşesinde her gün yeniden doğuyor.

Nitekim bugüne kadar TKP’nin filizlendiği topraklar üzerinde komü­nizm adına mücadele etme iddiasında olan, TKP’nin ilk çiz­gisinin mirasçısı ve takipçisi olduğunu iddia eden pek çok örgüt kuruldu. Hatta bugün hala aynı iddiayı taşıyan örgüt ve parti var.

Gelgelelim bunlardan hiçbiri TKP’nin ilk programına sahiden sa­hip çıkmıyor. Bu programı kendi programının kalkış noktası olarak ka­bul edip, bunu geliştirme iddiasını taşıyan legal yahut illegal tek bir parti bile yok. Gelmiş geçmiş örgütlerden hiç bi­rinin programı, TKP’nin neredeyse yüzyıl önce ortaya koyduğu programı aşama­dı. Aşmak şöyle dursun, TKP’nin ilk programı rafa kaldırıldı; da­yandığı ilke ve esaslar şu ya da bu biçimde değiştirildi.

Bu yüzden bugün Mustafa Suphi ve yoldaşlarının üstlendikleri so­rum­lulukla ödevi benimseyerek, gereğini yapma iddiasını ortaya ko­­­yan bir komünist atılıma en az 80 yıl önceki kadar ihtiyaç var.

Oysa «değişen şartlar» bahanesi TKP programının rafa kaldırıl­ma­sı­nın en revaçta olan, aynı zamanda da en çürük mazeretidir.

Her şeyden önce bu programın «İlke ve Esaslar» başlığı altında sıralanan yaklaşımları gündelik sorunlara dair değildir. Değişen koşullara göre değiştirilsinler diye değil, kapitalizmden sınıfsız topluma geçiş dönemi boyunca değişmeyeceği varsayılan ko­şulla­ra göre tarif edilmiştir.

Bu durumda TKP Programını değiştirme ihtiyacı görenle­rin, koşulların değiştiğinden söz etmek yerine, programın ilkele­rinin yanlış olduğunu söylemeleri beklenirdi. Zaten farklı prog­ram ara­yışlarına asıl yön veren de nesnel koşullardaki deği­şimden çok, bu programın dayandığı ilke ve esaslara ilişkin tutumlardır.

Elbette 80 küsur yıl boyunca Türkiye’de pek çok şey değişti. TKP programının ilke ve esasları değilse de, 80 yıl öncesinin verilerine dayanan saptamaları değişmelidir.

Örneğin, TKP programında «…. Türkiye’de, fabrikacılık layıkıyla gelişememiştir. Memleketin ötesine berisine serpilmiş bazı fab­ri­kalar mevcut olmasına rağmen, bu fabrikaların ve şehirlerin etra­fında toplanmış gelişkin bir proletarya oluşmamıştır» den­mişti. Bu­gün tam tersi vurgulanmalıdır. Türkiye’de sanayi pek çok benzeri­ne kıyasla oldukça gelişmiştir; giderek ülkenin bü­tün sathına ya­yılan sanayi merkezlerinin etrafında büyük kentler ve bu kentlerin nüfu­sunun büyük kısmını kapsayan bir prole­tarya gelişmektedir.

TKP programı; «Türkiye’de sınıf mücadelesi ilkel gelişme dö­nemi­ni ya­şamaktadır» demişti. 15-16 Haziranları geride bırakan Türki­ye işçi sınıfı, çoktandır sınıf düşmanıyla doğrudan doğruya çatış­mayı öğrenmektedir.

“Türkiye … hükümet düzeyinde birçok reform ve düzenlemeye ma­ruz kalıp bugünkü biçimi ve yönetim tarzıyla burjuva demok­rasisine ayak basmıştır.”

TKP programındaki bu sözler, henüz hilafet ve saltanat kaldı­rılma­mışken söylendi. Daha sonra TC’nin kurulmasının ardından Türki­ye’de «hükümet düzeyinde birçok başka reform ve dü­zenlemeler» ol­du. Bu şartlarda 80 yıl önce «burjuva demokra­sisine ayak bastı­ğı» söylenen Türkiye’nin o zamanki koşulların daha gerisine ne za­man nasıl gittiğini açık seçik ortaya koyma­dan bu saptamayı de­ğiş­tir­mek mümkün değildir. Yahut bu saptamadan vazgeçmek için TKP Programı’ndaki saptamaların yanlış olduğunu ilan etmek gerekir.

Keza o zaman TKP «Komünist Enternasyonal’e aktif bir organ ola­rak katıldığını» duyuruyordu. Bugün bağlanılacak bir Komü­nist Enter­nasyonal’in mevcut olmadığı apaçıktır. Öyleyse, koşul­la­rın artık bir komünist enternasyonali gerektirmeyecek hale geldiğini sa­vunmak gerekir. Yahut Komünist Enternasyonal’in ne zaman ve nasıl tasfi­ye edildiğini açıklamak lazımdır. Hatta bunu açıkla­makla kalmayıp, bu durum­dan nasıl bir ödev çıktığını açık seçik ortaya koymak şarttır.

Hem TKP programının ilkelerini ve temel saptamalarını hasır altı edip, hem de bu programa sahip çıkma iddiasını taşıyanlar işte bu zorunluluklardan kaçma eğilimindedir. Bu programla açıktan açığa hesaplaşmak yerine, bu kılavuzu bugünün diliyle anla­şılma­yacak biçimde kitaplık raflarında tozlanmaya terk etmeleri bundandır. Ko­münistle­rin TKP Programını tarihçilerden öğrenmek zorunda kalışının ardında yatan başlıca neden de bu­dur.

Açıkçası Komünist Enternasyonal’in Türkiye şubesinin kuruluşuna damga vuran kızıl çizgi, «onbeşler»i unutmamakla övünenler ta­rafından unu­tulmuş; unutturulmuştur.

Paylaş