TKP’nin Mirasyedileriyle Ayrım Çizgilerinin Kalınlaştırılması Gerek

0

Bu yazı Ekim 2001 tarihli Proleter Devrimci KöZ’ün 12. sayısında yayımlanmıştır.

KöZ sayfalarında daha önce Öcalan’ın rehin alınmasının ardından ve PKK’nin «demokratik cumhuriyet» çizgisini ilan edişinden sonra, Türk şovenizminin ve Kürt düşmanlığının yükseleceğini belirtmiştik. Yükselen şovenizmin Türkiyeli sosyalist hareketleri de etkisi altına alacağı konusunda bir uyarı yapmıştık.

Irak’a yönelik saldırının öncesi ve sonrasında, son «çuval krizi»nde, nihayet şimdilerde Irak’a asker gönderme sorunu etrafında gelişen tutumlara bakıldığında bu etki açıkça görülmektedir.

ABD’yle Türkiye arasındaki pazarlık özellikle Kürdistan meselesinde kızıştıkça bu etkinin daha da büyüyeceği görülüyor.

Bunun nedeni bir yanda sözümona sol, Kemalist bir söylem içinde sağdan gelen basıncın artmasıdır. Bir diğer, belki daha önemli neden, Kürt hareketinin yakın zamana kadar Türkiyeli devrimci ve sosyalist akımlar üzerinde uyguladığı basıncın kalkmasıdır. Hatta vurguyla söylemeli, PKK’den KADEK’e geçerken yaratılan siyasal iklim, «Kemalizm» «Türkiyelileşme» vb. söylemleri, Türkiye sosyalist hareketinin bir süredir hasır altı edilmiş, neredeyse küllenmekte olan sosyal şoven geleneğini depreştiren bir etki yapmaktadır.

Nitekim İmralı savunmalarının yayınlanmaya başlamasıyla birlikte açıktan açığa ilk sevinç belirtisi gösterenlerin başında bu «gelenek»e sahip çıkmakla övünen TKP’nin yetkili ağızları olmuştu; «bundan böyle işçi sınıfı hareketini bölen bir etkinin ortadan kalkacağı» yolunda açıklamalar yapmışlardı.

Zaman içinde, içinden geldikleri sosyal şoven gelenekle açık ve net bir biçimde hesaplaşmadan PKK kuyrukçuluğu yaptıkları için sanki şovenizmin etkisinden kurtulmuş gibi görünen akımların pek çoğu giderek daha şoven bir tutuma savrulacaklardır. Zamanla sosyalist akımların programatik zaaflarının iyice belirginleşmeye başlayacağını ve sol akımların önemli bir bölümünün devletçi milliyetçi bir kampa savrulacağını ya da bu kusurlarının iyiden iyiye belirginleşeceğini görmek de zor değil.

Bu nedenle KöZ sayfalarında ulusal soruna ilişkin tutum ve şovenizm konularını daha derinlemesine ele almakta yarar görüyoruz.

Bu dizinin polemik tarzında olması da belirli saptamaların iyice köşeli hale gelmesi ve ayrım çizgilerinin netleşmesi için anlamlı bir yoldur.

Niçin TKP?

Polemiğin kendine TKP ismini alan oportünistlere yönelik olmasının bu partiye ilişkin herhangi bir özel hesaptan ileri gelmiyor. Ama ulusal sorun ve şovenizm hakkındaki bir polemik dizisinin muhatabının TKP olmasının elbette özel bir anlamı var.

Bugün TKP adını taşıyan parti, bir «gelenek»in sözcüsü olma iddiasıyla ortaya çıkıp, ulusal ve uluslararası tasfiyecilik dalgalarından da sonuna kadar yararlanarak bu geleneği temsil eden en etkili siyasal akım haline gelmiştir. Bu bakımdan bugünkü TKP’nin oluşmasını sağlayan ekibin son yıllarda kendi kulvarında ve kendi hedefleri doğrultusunda en iyi performansı gösteren siyasal akımı temsil ettiğini söylemek de yanlış olmaz (nitekim daha önce de KöZ sayfalarında buna değinmiştik).

Sırf bu nedenle bile, TKP KöZ’ün arkasında duran komünistler bakımından söz konusu oportünist ve sosyal şoven gelenekle ayrım çizgilerinin çizilmesi için iyi bir seçimdir. Çünkü Türkiye sosyalist hareketini oluşturan akımlar örgütsel olarak değilse de, ideolojik ve politik olarak büyük ölçüde ortak köklerden beslenmektedir. TKP’nin oportünist mirası ile radikal ve açık bir hesaplaşma yapmamış olmaları da bir başka ortak kusurlarıdır.

İşte bu nedenle, bu oportünist geleneğin en kibirli ve en yetkin temsilcisiyle yapılan bir polemiğin ucu şu ya da bu ölçüde başkalarına da değecektir.

Hangi TKP?

Bugünkü TKP’nin adını taşıyan ilk parti, Komünist Enternasyonal’in kuruluşunda yer alan ender komünist örgütlerin arasına ismini yazdırma onuruna sahip bir partidir. KöZ’ün arkasında duran komünistler de amaç ve ilkelerini ilan ederken bu partinin programının ilke ve esaslarını benimseyip kendileri için kalkış noktası olarak kabul ettiklerini açık seçik duyurmuşlardır.

83 yıl önceydi (10 Eylül 1920), Bakü’de toplanan İstanbul, Zonguldak, Ereğli, Trabzon, Samsun, Rize, Erzurum, Eskişehir, Konya’dan 51, yurtdışı teşkilatlarından ise 24 komünist delege (Adana ve İzmir teşkilatları savaş nedeniyle delege gönderememişti), Ethem Nejat ve Hakkı Hilmi’nin önerisiyle Türkiye’deki çeşitli komünist çevreleri tek bir komünist partisinde birleştirme kararı aldı.

Bu karar sadece Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşunun ilanı demek değildi. Türkiye Komünist Partisi’ni kuranlar aynı zamanda, Bolşeviklerin İkinci Enternasyonal geleneğinden kopma ve komünist bir dünya partisi yaratma mücadelesine de ön saflarda katılmış oldular.

Ne var ki, TKP’nin KöZ’ün arkasında duran komünistlerin de benimsediği bu Bolşevik çizgi üzerindeki ömrü çok kısa oldu. Kuruluşundan kısa bir süre sonra, 1921’in ocak ayı biterken, genç TKP’nin önde gelen kadrolarından on beşi, bir bakıma kendi ayaklarıyla gidip bastıkları bir tuzakta katledildiler.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinin ardından TKP, gerek kendi içindeki menşeviklerin marifetiyle, gerekse de Komünist Enternasyonal’in menşevik-oportünist bir hatta oturma sürecinin de etkisiyle, göz açıp kapayıncaya kadar rayından çıktı.

İlginçtir TKP’nin Menşevik bir çizgiye oturuşu sadece «dış gelişmelerin bir yansıması» olmadığı gibi, Komünist Enternasyonal’in rayından çıkışında da TKP’nin pek bilinmeyen veya sık sık üstü örtülen bir katkısı vardır. Üstelik bu katkı tam da bugün tartışma konusu edilmesi gereken ulusal soruna yaklaşım konusu ile yakından ilgilidir.

Sovyet Rusya’nın Kuvayi Milliyecilerle İlişkisine Nasıl Bakmalı?

Kuvayi Milliyecilerin yeni kurulmakta olan ve iç savaş ve emperyalist kuşatma tehdidi altındaki genç sovyet ile ilişki içinde oldukları ve hatta emperyalist işgal güçlerine karşı oradan destek gördükleri sır değildir. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Kuvayi Milliyeciler tarafından öldürtüldükleri de Kemalistlerin ve TC’nin gayretlerine rağmen ortaya çıkmıştır.

Bu duruma bakarak bolşeviklerin ve Komünist Enternasyonal’in TKP’ye karşı Kemalistleri desteklediği sonucuna varanlar az değildir. Ama bu sonuca varanlar kaba hatlarıyla ikiye ayrılmaktadır. Sosyalistlerin çoğunluğu bu olgudan hareketle, sosyalizmin çıkarları bakımından zaten böyle yapılması gerektiğini, «bütünün çıkarları için parçanın feda edilebileceği» formülünün arkasına sığınarak savunmaktadırlar. Bu fikri savunanların sadece bu özel durum için değil genel olarak da bütün oportünist manevraları aynı kılıfa sokarak benimseyip desteklediklerini görmek zor değildir. Bazıları da bu olguya bakarak Sovyet Rusya’nın ve Komünist Enternasyonal’in Türkiyeli komünist harekete ihanet ettiği sonucuna varmakta ve bu sonuca uygun bir hüküm vermektedir.

Her iki bakış açısı da yanlıştır ve yanlış yere bakmaktan kaynaklanan bir ortak kusuru yansıtır. Sovyet Rusya’nın Kemalistlerle ilişkisi apaçık bellidir ama TKP’yi bolşeviklerin kurdurdukları ve bağımsız bir siyasal güç olarak antiemperyalist mücadelede yer almak üzere Anadoludaki kavganın başına geçmek üzere yönlendirdikleri de doğrudur. Üstelik TKP programı da başka belgeler de Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Kemalistlere destek vermek üzere Anadolu’ya geçip ve talihsiz bir olay nedeniyle tuzağa düştükleri gibi yorumlara asla destek sunmamaktadır. Bu senaryo zaten Kemalistlere destek vermek gerektiğini, komünistlerin bağımsız bir güç olarak Anadolu ihtilaline önderlik etmek üzere yola çıkmalarının yanlış olduğunu düşünenlerin uydurmasıdır. Ne yazık ki bu tutumu savunanlar Suphilerin ardından TKP’nin başına geçmiş ve bu görüşlerini resmi tez olarak herkese benimsetmiştirler.

Halbuki, 1922 yılında, yani daha TC kurulmadan TKP hala kuruluşundaki çizgiyi yansıtan bir tutuma sahipti ve o tarihte ylayınlanan bir broşürde kemalistler hakkında şunları söylüyordu:

“… Bir müddet sonra meydanı boş bulup inlerinden birer ikişer çıkıp gelen dünkü savaş kahramanları -başta Anafartalar’da ünlenen olmak üzere- büründükleri ulusal egemenlik perdesiyle yavaş yavaş halk kitleleri içine girmeye ve onları kendi etraflarında toplamaya koyuldular…

Büyük Millet Meclisi denilen ve kendilerini halkçı olarak adlandıran sırf burjuvalardan ve zorba takımından oluşan bu meclis, sözde temsil ettiği halkın bugünkü hayat şartlarını iyileştirecek hiçbir çareye girişmemişti ki, kendisini en çok ürküten tehlikelerin önünü almaya, yani ülkede gizliden gizliye örgütlenmeye başlayıp, dünya emekçiler karargahına yazılan genç komünistleri daha ilk fırsatta zindanlara tıkmaya başladı…

Fakat bizi üzen nokta, bütün bu hainlik ve cinayetlerin yardımına şiddetle muhtaç olduğumuz Rusya ile sıkı ve samimi bir ittifak imzalanırken yapılmasıdır. Bir taraftan Rusya’daki temsilcileri Moskova gazetesinde sütunlar dolusu yazılarıyla Anadolu’nun komünistliğini ilan ederlerken, diğer taraftan da ülkede bir polis ve jandarma sürüsü durmaksızın komünistleri kovaladı…

Fedakar Rus proletaryası dünyanın hangi bucağında olursa olsun, yükselen bir kurtuluş isyanının kendisine güç katacağını düşündüğünden, bunlardan da yardım ve fedakarlıklarını esirgememişlerdi. Yazık ki, Anadolu emekçileri adına yapılan bu yardımlar Anadolu egemenlerinin Anadolu emekçileri üzerindeki zorbalığını arttırmaktan başka hiçbir şeye yaramamıştır.” (Mustafa Suphi-Yaşamı-Yazıları-Yoldaşları, Sosyalist Yay., s. 205)

Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde benimsenen çizgiye tıpatıp uyan bu açık saptamalara rağmen, TKP daha sonraki yıllarda Kuvayi Milliye’nin desteklenmesinden ders çıkarmadığını gösteren oportünist-menşevik bir çizgiye oturdu. Ondan sonra TKP’nin tarihi de bu oportünist çizgiye göre yazıldı ve savunuldu. Bugünkü TKP de ilk TKP’nin değil bu menşevik çizginin mirasçısıdır. (TKP-Sovyet Rusya ve Komünist Enternasyonal ilişkilerinin ayrıntısına 15’lerin ölüm yıldönümü vesilesiyle önümüzdeki sayılarda tekrar döneceğiz)

Komünist Enternasyonal Kendi Tezlerine Nerede Ters Düştü?

Komünist Enternasyonal’in, İkinci Enternasyonal çizgisinden kopuşunun en önemli ifadelerinden biri, ulusal sorun hakkında öne sürdüğü ilkelerde yansımaktaydı.

Komünistlerin ulusal sorun hakkındaki tutumu ve eski çizgi ile nasıl bağlarını koparacağı konusu İkinci Dünya Kongresinde Lenin ile Hintli delege Roy arasındaki tartışmanın ardından şekillendi ve o günden beri komünistlerin gerisine düşmemesi gereken çizgiyi oluşturdu.

Bu tartışmanın merkezinde emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı duran burjuva akımlarla ilişkilerin nasıl kurulması gerektiği konusu vardı.Ne var ki, Komünist Enternasyonal’i kuranlar daha bu kararın mürekkebi bile kurumadan kendi aldıkları karara gölge düşüren bir durumla yüz yüze geldiler. Ama resmi tarihçilerin izah etmeye çalıştığı gibi bu durum Kemalistlerle komünistler arasındaki ilişkilere dair bir sorun değildi. Üstü örtülmek istenen başka bir sorunla ilgiliydi.

TKP’nin kurulduğu ve Suphi ve yoldaşlarının Anadolu’ya geçme kararı aldıkları sırada Koçgiri’de de bir Kürt direnişi vardı ve o gün başlamış bir direniş değildi bu. Koçgiri isyanı da Kemalistler tarafından uzun yıllar sürecek bir direnişi sürdürmesine rağmen ezildi.

Keza Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmud-u Berzenci’nin İngilizlere karşı başlattığı ulusal mücadele de, Berzenci’nin taleplerine rağmen Türkiyeli komünistlerden de Komünist Enternasyonal’den de hak ettiği ilgiyi görmedi.

Kuvayi Milliye hareketinin desteklenişi hiç değilse Komünist Enternasyonal’in ilk yıllarında bir ilkesel tutum olarak teorileştirilmiş değildir. Buna karşılık, Kürt sorunu Komünist Enternasyonal’in gündemine dahi girmemiştir. Daha ilginci bu konu uzun yıllar geçtiği halde komünistler tarafından ele alınıp tartışılmış değildir. Oysa Komünist Enternasyonal’in ulusal sorun konusunda kendi benimsediği ilkelere ters düşüşü asıl bu sorunla ilgili olarak söylenebilir. İkinci kongrede Lenin ile Roy arasındaki tartışmanın özü ve bu tartışma sonucunda Lenin’in ve Komünist Enternasyonal’in Roy’un tezlerini benimsemesi de tamamen bu konuya dairdir.

Bununla birlikte, Komünist Enternasyonal beşinci dünya kongresinde Roy’un aynı konudaki ısrarlarına rağmen tam aksi yönde bir tutum benimsenmiştir. Bu tutumun benimsenmesinde o sırada Kuomintang ile kırıştırmakta olan Çin Komünist Partisi’nin delegesinin ve Kemalistlere kuyrukçuluk edişini resmileştirmek isteyen TKP delegesinin rolü önemsiz değildir. Üstelik bu kongre Roy’u destekleyen Lenin’in olmadığı ilk kongredir.

Komünist Enternasyonal’in beşinci kongresinden sonra Kuvayi Milliye’nin desteklenmesi emsal gösterilerek bu oportünist tutum bir ilkesel tutum haline getirilmiştir. Komünist Enternasyonal’in ne zaman rayından çıktığını görmek için de başka yerlerde delil aramaya hacet yoktur.

Bu oportünist kararın ilk meyvesi 1927 Çin Devrimi’nin ezilmesinde görülmüştür. Kuomintang’ın desteklenmesi ve hatta komünistlerin bu partinin içine girmesinin savunulması bu menşevik çizginin resmileşmesinin ilk örnekleri arasındadır.

Bugünün «küreselleşen dünyası»nda komünistlerin varlıklarını koruması bile, en mütevazı noktadan başlarken bile geçmiş atılımları aşan bir atılıma cüret etmelerine bağlıdır. Aşmanın ilk adımı ise geçmişin üzerini örten bütün örtüleri kaldırmak olmalıdır; bunu cesaretle öne çıkarmak gerek.

İşte bugünkü TKP beşinci kongrede söz alan menşeviklerin mirasçısıdır; ve o dönemeçten itibaren resmileşen menşevik-oportünist çizginin damga vurduğu geçmişle barışık olması, özellikle de ulusal sorunda aynı çizgiyi takip ediyor olması şaşırtıcı sayılmamalıdır.

KöZ’ün arkasında duran komünistlerin ödevlerinin başında ise hem Komünist Enternasyonal’in mirasını hem de onun ilk kurucuları arasında yer alma onuruna sahip Türkiyeli komünistlerin mirasını oportünistlerin elinden almak üzeri menşevizmle bsolşevizm arasındaki ayrım çizgilyerini kalınlaştırmak gelmektedir.

Paylaş