Bu yazı KöZ gazetesi Aralık 2011 sayısında yayımlanmaya başlayan Troçkizm Dosyası’nın sunuş yazısıdır. Bu sunuş yasızıyla beraber 8 bölümden oluşan Troçkizm portresi her bölümü ayrı yazı şeklinde KöZ Arşiv’de bulunabilir.
Toplum halinde yaşamaya, dış dünyayı tanımaya başlamalarından beri ve ortak tarihlerinin oluşmasından itibaren, insanların en temel ve en genel manevi gıdaları masallar ve efsaneler olmuş. Bunlardan esinlendiği şüphe götürmez olan edebiyatın türlerinden hiçbiri de bunların yerini tutabilmiş değil; sinema, tiyatro vb. gösteri sanatları da bunların yerini dolduramıyor. Masallar da efsaneler de, gerçek dünyada karşılıkları bulunan ve bu sayede hayal gücünü harekete geçirirken somut çağrışımlara açık kapı bırakan, esrarengiz ve olağanüstü öykülerdir. Onların kahramanları da bu niteliklere sahip olurlar. Yani hem esrarlı hem de olağanüstüdürler; ama aynı zamanda gerçek ya da tanıdık olmaları şarttır. Çünkü ya sevilecek ve örnek alınacak yahut korkulup uzak durulacak kişilikleri tasvir ederler. Masallar olmadık şeyler anlatırlar. Ama efsaneler, aksine olmuş şeylerle ilgilidir; tarih ve tarihi şahsiyetlerin hayatı, yahut doğa ve doğa olayları, masalsı bir imgelem içinde anlatılır orada. Bunlar tarihe dair masallardır; olmuş bitmiş şeylerle ilgilidirler. Bir yandan bilgi, iletişim ve ulaşım imkanları artarken, kafa/kol emeği arasındaki bölünmenin derinleşmesi yüzünden, efsanelerin kökü kurumamakta, aksine eskisinden çok efsane üretilip yayılmaktadır. Tarihi yaşayanlarla anlatanlar birbirlerinden kopuk olduğu sürece, tarih ilerlemeye devam etse ve tarihin ‘bilimsel’ biçimde açıklanması yönündeki gayretler artsa bile, tarih hakkında efsanevi anlatımlar misillemesine artmakta ve yeni efsane kahramanları üremektedir.
Kuşkusuz, bu böyledir diye efsanelerin üzerindeki esrar perdesinin kaldırılmasına çalışmanın beyhude olduğu sonucuna varmak gerekmiyor. Aksine bu ayrımın aşılabilmesi yönünde, tekil ve özellikle de ortaklaşa (kolektif) imkanlar vardır. İşçi hareketinin tarihsel hafızası da olması gereken devrimci komünist bir partinin işlevlerinden biri de budur.
KöZ’ün arkasında duran komünistler böyle bir partinin çok uzun süredir mevcut olmadığı saptamasından hareket ediyor. Bolşevik geleneğin örgütsel-politik sürekliliğinin Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresini takip eden süreçte koptuğunu düşünüyor. Yeniden bolşevik geleneğe bağlanarak, devrimci önderlik boşluğunu giderme iddiasını taşıyabilecek bir komünist partiyi yaratmak için hazırlık faaliyeti sürdürüyor. Bu faaliyetin sorumluluğunu üstlenen komünistlerin ödevleri arasında Bolşevik geleneğin üzerini örten efsanelerin temizlenmesi yönünde bir gayrete öncülük etmek de yer almaktadır.
Efsaneler yahut ‘efsane kahramanları’ komünistlerin gündemine gelenek sorunuyla ilişkili olarak ve geçmişin değerlendirilmesi çerçevesinde giriyor. Zira komünist geleneğin örgütsel-politik sürekliliğinin sağlanamayışı bu boşluğun bir nevi efsanevi anlatımlarla doldurulmasına zemin sunuyor. Bu sürekliliği sağlamak için oldukça uzun bir dönemi kapsayan siyasal gelişmeler hakkındaki efsanevi anlatımlardan kurtulmak gerekiyor. Bu yolda atılacak adımların kalkış noktalarını net bir biçimde saptayıp ayırt etmek belirleyici bir önem taşıyor.
Bunu yaparken her şeyden önce, sınıf mücadeleleri tarihine ilişkin sorunları bir adalet arayışıyla ele almaktan uzak durulmalıdır. Çünkü sorun haklılarla haksızları ayırt edip, haklılardan yana tutum almaktan ibaret değildir. Bir başka deyişle yapılması gereken vicdanlara seslenmek değil, bilinç zindeliği sağlamaktır.
İkincisi sorun, galiplerle mağlupları; marjinal olanlarla kalabalık olanları ayırt etmek de olamaz. ‘Gerçekçilik’ adına galiplerden ve kalabalık olanlardan yana olmaktan; yahut hakkaniyet adına mazlumlardan ve marjinal olanlardan yana tutum almaktan da uzak durulmalıdır.
Üçüncüsü; bu efsanelere konu olan kişileri yahut akımları yargılayıp aklamak ya da mahkum etmek de bizim kaygımız olamaz. Birbirleriyle karşı karşıya gelmiş kişilerden yahut akımlardan biri yahut diğerinden yana tutum almak da söz konusu değildir. Zira çizgisi ve temel ilkeleri belli olan Bolşevik geleneğin sürekliliği sağlanamamış olduğuna göre, taraflardan birine yahut diğerine yaklaşmak değil, referansları belli olan bolşevizme sahip çıkarak ve onun ölçüleriyle bu tarihsel dönemi değerlendirmek gerekir.
Dördüncüsü; bu tutum bilimsellik kisvesi altına saklanmış bir tarafsızlık, objektiflik iddiasıyla karıştırılmamalıdır. Zaten bir tarihsel değerlendirme ikna olma/ikna etme mekanizmalarına indirgenemez; söz konusu olan siyasi bir hesaplaşmadır, siyasi mücadelenin araçları ve ölçüleriyle ele alınmalıdır. Bu doğrultuda taraf tutmazken, taraf olmak, güç kazanmak ve galip gelmek üzere ısrarlı bir mücadeleyi sürekli kılmak gerekir. Dolayısıyla böyle bir değerlendirmenin ölçüleriyle öznesini birbirlerinden ayırt etmek mümkün değildir.
Beşincisi; böyle bir tarihsel değerlendirmenin tarafı, dayanak noktası, öznesi olabilecek bir siyasi akım mevcut değildir; bu akımın Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinde billurlaşan çizgi temelinde yeniden yaratılması (Komünist Enternasyonal’i aşma hedefiyle yeniden yaratılması!) gerekir. Gelenek sorunu ve bu bağlamda tarihsel sürecin değerlendirilmesi ancak siyasi bir tutum alarak ve bu tutumun vazgeçilmez koşulu, devrimci bir örgütlenmeyi yaratıp yaşatma iradesini ortaya koyarak çözülebilir.
Komünist devrimcilerin iddiası bolşevizmin temellerinde böyle bir örgütü yaratıp yaşatmaktır; geçmişin değerlendirilmesini de bu iddianın ölçüleriyle ele almak gerekir.