Troçkizm Dosyası 4: Gelenek Sorunu Hakkında Bazı Saptamalar

0

KöZ ilk sayısından beri devrimci ve sosyalist akımların bazıları tarafından troçkist bir yayın olarak görülüyor. Doğrusu, bunu açıkça yazan ve neden troçkist olduğunu izah eden olmasa da, bu konuda oldukça yaygın bir kanaat ve fısıltı yayını olduğu sır değil. Oysa tersine troçkistler arasında da KöZ’ü anti-troçkist bir yayın olarak değerlendirme, yahut KöZ’ü ‘utangaç troçkist’ diye tarif ederek güya küçümseme eğilimleri yaygın. Ama bu cenahta da doğrudan doğruya KöZ’ü ele alıp, nasıl anti-troçkist olduğunu yahut neden ‘troçkist olduğu halde bunu açıkça söylemekten çekindiğini’ ele alıp açıklayana rastlanmadı.

Oysa zaman zaman KöZ’de troçkist akımlar hakkında genel ve soyut bir değerlendirme değilse de, bazı somut durumlara ilişkin somut ve olumsuz değerlendirmeler çıktı. Bu olumsuz değerlendirmeler birbirleriyle rekabet ve çekişme halindeki kimi troçkist grupların yaptığı gibi, troçkizmin referanslarından hareket ederek, kimin bu referanslara daha bağlı olduğunu göstermek üzere yapılmadı. Bilakis tek tek deneyim ve tutumları Troçkist hareketin ve bu akımın temel anlayışlarının bütününe bağlayarak neden bir bütün olarak troçkizmin menşevizmin çizgisinde karar kılmaya mahkum bir merkezci akımı temsil ettiğini göstermek suretiyle ortaya kondu. Ne var ki, kimse bu değerlendirmelerden hareket ederek KöZ’ün troçkist yahut anti-troçkist olduğunu göstermeye yeltenmedi.

Diyelim ki KöZ sosyalist hareket içerisinde pek ciddiye alınan bir yayın olmadığı için böyle değerlendirmelere mazhar olmadı. Ama o zaman KöZ’ün arkasında duranlara kadar ulaşan fısıltı yayınlarına yahut doğrudan doğruya KöZ’ün arkasında duranlara hitaben değilse de, KöZ’e ilgi duyan militanlara yöneltilen ‘troçkizme savrulma’ vb. türünden kinayelere ne demeli? Yahut bazı platformlarda, esasen sistematik olarak savunmaya özen gösterdiği eylemlerin bölünmemesi doğrultusundaki tutumları nedeniyle, KöZ’ü dışlamak isteyen kimilerinin, zaman zaman ‘çünkü siz troçkistsiniz’ türünden bahaneler ileri sürmelerine ne demeli? Hele bu tür bahanelere yaslananlar değişik vesilelerle, değişik platformlarda halis mulis troçkist örgüt ya da çevrelerle ortak zeminlerde buluşabiliyorken…

Mamafih KöZ’ün troçkistlik ‘suçlamasıyla’ yüzyüze gelmesi sadece KöZ’e mahsus bir durum değildir. Ve besbelli ki, bunun nedenleri KöZ’ün neyi temsil ettiği ile pek az ilgilidir. Zira Türkiye devrimci hareketinin kısa sayılmayacak tarihi içinde pek çok akım başkaları tarafından çok farklı nedenlerden ötürü troçkist olmakla suçlanmıştır.

Uluslararası harekette troçkizm karşıtı kampanyaların revaçta olduğu dönemlerde, TKP içinde daha çok kariyer kavgalarından kaynaklı olarak Nazım Hikmet, Vala Nurettin, hatta bazen Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın troçkist olmakla suçlandığı epizodları vb. bir kenara bırakırsak, troçkizm suçlamasının en yaygın biçimde gündeme geldiği örneklere 70’li yılların başında Proleter Devrimci Aydınlık hareketi içinde rastlandı.

Önce ‘birinci troçkist tasfiyeciler’ diye yaftalanacak olan Garbis Altınoğlu ve arkadaşlarının oluşturduğu muhalif grup tasfiye edildi. Onun ardından TKP-ML/TİKKO’yu kurmak üzere bu hareketten kopan İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşlarının oluşturduğu grup, PDA/ŞAFAK oportünistleri tarafından ‘ikinci troçkist tasfiyeciler’ olarak yaftalandı. Bu dönemde troçkizm suçlaması daha ziyade 1912 sonrasında aldığı ‘tasfiyecilerden daha tehlikeli tasfiyeci’ merkezci tutumunun Lenin ve Bolşevikler tarafından eleştirildiği yazıları kabaca referans alan bir troçkizm tarifi söz konusuydu. Ama gerçekte söz konusu olan, kendileri tasfiyeci olan oportünistlerin muhaliflerini suçlamak için başvurdukları bir kurnazlıktan öte değildi. Nitekim kısa bir dönem geçtikten sonra bu kurnazlığa başvuranlar tarafından olduğu gibi, muhatap olanlar tarafından da bu demagoji ciddiye alınıp hatırlanmadı.

12 Mart sonrası dönemde ise, Troçkizm suçlamaları başka kisveler altında gündeme geldi. Daha çok TİP, TSİP, TKP’li reformist revizyonistler, genel olarak devrimci akımları karalamak için onları ‘Maocu, goşist, Troçkist, anarşist akımlar’ gibi bir demagojik bulamaç içinde eritme eğiliminde oldu. Bu bağlamda söz konusu olan reformistlerin kendilerini soldan eleştiren devrimcileri karalamak için başvurdukları bir demagoji idi. İlginçtir ki evvela ‘troçkist tasfiyecilik’ suçlamasını icat etmiş olan Aydınlıkçı revizyonistler de kendi tonlarıyla bu koroya eşlik edeceklerdi. gelişmesi hakkında olduğu kadar, ne anlama geldiği hakkında da elbette bu tarih derslerinde yeteri kadar malumat vardır. Öte yandan, SBKP çizgisinin takipçileri tarafından yayınlanan ve bu tarihin Kruşçevci yahut Brejnevci versiyonlarını ifade eden kitaplar da bir bakıma Troçkizm hakkında belli başlı teorik donanımlar olma özelliğini taşıyordu.

Ne var ki bütün bunlara rağmen, bu dönem boyunca troçkizm hakkında yöneltilen suçlamaların doğrudan doğruya bu kaynaklardan yararlanarak ve doğrudan doğruya troçkist görüşleri benimseyip takip edenlere yönelik olarak yapılmamış olduğu gerçeği değişmemektedir.

Troçki daima Lenin’e karşı açık ya da gizli tertipler içinde olmuş bir karşı-devrimci olarak belleklerdeki yerini almıştır. Troçkizm ise genel olarak ‘köylülüğün devrimdeki rolünü küçümseme’, ‘devrimin aşamalarını inkar etme’, ‘tek ülkede sosyalizmin-devrimin gerçekleşebileceğini reddetme’, ‘bir anda bütün ülkelerde bir dünya devrimi gibi bir ütopik görüşü savunma’, gibi bazı kalıplarla tarif edilen ve adeta geçmişte kalmış bir sapma olarak belleklere kazınmıştır. Zira bu tutumların somut olarak belli bir anda ve durumda somut bir troçkist örgütün teorisi yahut pratiği üzerinden belirli bir troçkist gruba yönelik bir eleştiri olarak getirildiğine nadiren rastlanmaktadır. Böylece troçkizm bir suçlama, Troçki de tertip peşinde bir karşı devrimci ajan olarak tasavvur edildiği ölçüde, esasen menşevizmin bir türü olan troçkizme karşı ideolojik ve siyasal mücadele fiilen devre dışı kalmış ve ihmal edilmiş olmaktadır. Bu nedenledir ki, pek çok akımın aslında troçkist akımlarla benzer bir ortayolcu-merkezci çizgiye savruldukları zaman bile bu konumun farkına varılmasında ve bu merkezciliğe karşı mücadelede bir zaaf doğmaktadır. Bir başka deyişle troçkizmin bu biçimde kavranışı aynı zamanda troçkizme karşı siyasi mücadelede bir zaaf oluşmasının nedenlerinden biri sayılmalıdır. Troçkizmin politik değil adeta polisiye yöntemlerle alt edilecek bir musibet olarak görülmesinin böyle bir sonuç doğurması gayet tabiidir. Böylece şu ya da bu nedenle somut olarak troçkist akımlarla böyle açık bir polisiye mücadelenin gündemden nispeten düştüğü dönemlerde bu akımın temsil ettiği merkezci tutumla ayrım çizgilerinin silikleşmesi işten bile olmamaktadır. Troçki’nin veya troçkistlerin yazılarından etkilenmedikleri hatta troçkizme sözü edilen basmakalıp formüllerle saldırmaya devam ettikleri halde düpedüz aynı merkezci çizgiyi benimseyenlerin olmasının bir sırrı da burada bulunsa gerektir. Yahut bir yandan troçki ve troçkizme karşı ezberlerini bozmadan troçkistlerle aynı çizgide yanyana gelen pek çok merkezci akıma rastlanması da bundandır.

Bu durumun başlıca nedeni elbette Troçki’nin ve troçkizmin SSCB’de politik bir mücadele konusu olmaktan çok bir dizi mahkemelerin ardından mahkum ve tasfiye edilmiş olmasıdır. Bu davaların ele aldığı iddianamelerde yer alan suçlamalar sonuncu davanın görüldüğü tarihte yayınlanan ünlü SBKP (B) Tarihi –Kısa Ders kitabında yerli yerine aynen yerleştirilmiştir. Böylece bolşevizmin tarihi adeta bu iddianamelerden hareketle yazılmış ve oradan öğrenilegelmiştir. Bu bakımdan bu tarih dersleri sadece Bolşevizmin tarihinin yanlış öğrenilmesine yol açmakla kalmış değildir. Troçkizm hakkında bu kitapta verilen dersler troçkizmin ne olduğunun araştırılmasına ve anlaşılmasına engel olan başlı başına bir etkendir. Bu yoldan adeta bir troçkizm efsanesi yaratılmıştır ve troçkizm politik mücadelenin konusu olması gereken bir akım olarak ele alınacak yerde adeta bir efsane konusu haline gelmiştir. Bu nedenle bunlara kısaca değinmekte yarar var.

Bir Çağdaş Efsanenin Perdesini Aralarken

SBKP (B) Tarihi kitabında ‘1937 duruşmalarının açığa çıkardığı gerçek’ şöyle tarif edilir:

‘1937’de Buharin-Troçki çetesinin canice suçlarıyla ilgili yeni gerçekler gün ışığına çıktı. Piatakov Radek ve ötekilerin mahkemesi, Tuhaçevski, Yakir ve ötekilerin mahkemesi ve nihayet Buharin, Rikov, Rozengolds, Krestinski ve ötekilerin mahkemesi, bütün bu mahkemeler, buharincilerle troçkistlerin çoktandır ‘sağcılar ve troçkistler bloku’ olarak bir halk düşmanları çetesi halinde birleşmiş olduklarını gösterdi.

Mahkemeler bu insan süprüntülerinin halk düşmanları Troçki, Zinovyev ve Kamenev’le birlikte, Ekim Sosyalist Devrimi’nin ilk günlerinden bu yana Lenin’e karşı, partiye karşı, Sovyet devletine karşı gizli faaliyetler yürütmüş olduklarını gösterdi. 1918’in başlarında, Brest-Litovsk barışı aleyhine girişilen gizli faaliyetler. Lenin’e karşı düzenlenen suikast ve 1918 ilkbaharında Lenin’in, Stalin’in ve Sverdlov’un tutuklanmaları ve öldürülmeleri için ‘sol’ sosyalist devrimcilerle yapılan gizli ittifak. 1918 yazında Lenin’i yaralayan hain kurşun. 1918 yazında ‘sol’ sosyalist devrimcilerin ayaklanması. Lenin’in liderliğini baltalamak ve yıkmak amacıyla, 1921’de parti içindeki anlaşmazlıkların kasıtlı olarak derinleştirilmesi. Lenin’in hastalığı sırasında ve ölümünden sonra parti liderliğini devirme girişimleri. Devlet sırlarının ifşa edilmesi ve yabancı casusluk örgütlerine bilgi verilmesi. Kirov’un alçakça öldürülmesi; yıkıcılık, saptırma faaliyetleri ve sabotajlar; Menjinski’nin, Kuybişev’in ve Gorki’nin alçakça öldürülmeleri. Bütün bunların, yirmi yıldan fazla bir zamandır yapılan benzeri hainliklerin, burjuva devletlerinin casusluk örgütlerinin emirlerini ve işaretlerini yerine getirmek üzere, Troçki, Zinovyev, Kamenev, Buharin, Rikov ve uşaklarının katılmasıyla, ya da doğrudan doğruya bunların yönetimi altında işlendikleri ortaya çıktı.” (Bolşevik Parti Tarihi, Bilim ve Sosyalizm Y., s.413-414).

Bundan bir yıl önce de savcı Vişinski Birinci Moskova Duruşmalarının 28 Ocak 1936 tarihli oturumunda ‘Troçki ve troçkistler her zaman işçi hareketi içinde kapitalizmin adamları olmuştur.’ diyordu. Bu iddianamede troçkizm ‘işçilerin, köylülerin, sosyalizmin ezeli düşmanı, kapitalizmin sadık bir uşağı’ olarak tanımlanıyordu. Aynı iddianame troçkizmin ‘otuz yılı aşan varlığı boyunca faşizmin saldırı birliği, faşist polis teşkilatının şubesi haline gelmek için hazırlanmakla geçirdiğini’ öne sürdü. Bu ve benzeri iddialar peş peşe sürdürülen Moskova Duruşmaları’nda tekrarlandı ve bu iddiaları doğrulayan ‘itiraflar’la desteklenerek hüküm haline geldi. Aynı hüküm uluslararası düzeyde yıllar boyunca troçkizm ve troçkistlere karşı bir iddianame olarak kullanıldı. Dolayısıyla, troçkizm hakkında ilk bilgilenmelerini bu kaynaktan alanların troçkizmi anlamak veya eleştirmekten ziyade bu sıfatı bir suçlama ve hatta adeta bir küfür olarak olarak kullanma eğiliminde olmasına şaşmamak gerekir.

Öte yandan, ‘troçkizm’in ne olup olmadığını bu ve benzeri tasvirlerden öğrenmek isteyenlerin kin ve öfke kuşanmanın yanı sıra, tam bir kafa karışıklığından başka bir şeye sahip olmaları mümkün değildir. Çünkü bu iddianamede ve oradan hareketle kaleme alınan kimi tasvirlerde düşünmeksizin tekrarlanan bazı olay ve olguların dahi cevaplanması gereken bir dizi soruyu soruları peşpeşe getirmemesi mümkün değildir.

Herşeyden önce, SBKP (B) Kısa Tarih’te ‘bir sinekten fazla gücü olmayan beyaz cüceler’ diye tanımlananlar Lenin zamanındaki Politbüro’nun Stalin ve Lenin’i saymazsak tüm üyeliklerini işgal ediyorlardı. Sonra, örneğin, bu iddianamenin baş sanıklarından olan Buharin ve Zinoviev birbirinin ardından Komünist Enternasyonal’in başına geçmiştiler. Keza sanıklardan Rikov, Lenin’in ölümünden sonra, onun yerine Halk Komiserleri Konseyi Başkanlığına (başbakanlık görevi) getirilmişti. Krestinski de Dışişleri Halk Komiserliği yardımcılığında bulunmuştu. Grinko Maliye Halk Komiseri, Çernov ise Tarım Halk Komiseri idi. Merkez komite üyeliği de yapmış olan Rozengoltz iç savaşta aktif görevler almıştı. Tuhaçevski başta olmak üzere, ordunun hemen hemen tüm yüksek komuta kademeleri bu sanıkların arasındaydılar. Son davaya kadar bütün Moskova davaların hazırlanmasında ve soruşturmaların yürütülmesinde birincil derecede sorumlu olan Yagoda gibi GPU şefleri de son iddianamenin sanıkları arasındaydı.

Bunlar iddianameye göre, 20 yıl boyunca en stratejik mevkilerde bulundukları halde, Sovyet devletinin en kritik günlerinde, yani iç savaş koşullarında asıl darbelerini indirecekleri yerde, ‘sosyalizmin kesin ve geri dönüşsüz zaferinin’ ilan edilmesine kadar kendilerini gizlemek için gayret göstermişlerdi. Hatta baş sanık Buharin son dakikaya kadar Merkez Komitesinde kalmayı ve o ana kadar bütün ‘suç ortaklarını’ idama göndererek kendini gizlemeyi başarmıştı. Bu hikayede bir tuhaflık olduğunun farkına varmak için belge ve bilgi eksikliği bahane edilebilir mi? Besbelli ki bu tür ifadeler bir gerçeği öğrenmek için değil, bir konu hakkında neyin tekrarlanması gerektiğini öğrenip ezberlemek için okunabilir. Nitekim çoğunlukla öyle olmuş ve bundan öteye gitmemiştir.

Ama bu iddianameden kaynaklanan tasvirlerle olgular arasındaki aykırılıklar o kadar çetrefil bir tablo yaratmaktadır ki, aynı kaynaktan beslenenler tarafından sık sık ezberleri bozan yeni formüllerin üretilmesi de eksik olmamıştır.

Günümüzde ise bu geçmişi kavrayıp izah etmektense unutup üzerini örtmek ve yirmibirinci yüzyılı için yeni bir Marksizm icat etmek isteyenler günden güne artmaktadır.

Komünistlerin Efsaneler Hakkındaki Tutumu

Herhalde yakın dönemin en büyük efsanelerinden birinin Troçki adı etrafında üretilmiş olduğu söylenirse abartma olmaz. ‘Troçkizm’ yaşayan, yaşatılan çağdaş efsanelerden biridir. Troçki, Stalin, Lenin ve başkaları da ‘ustalar’ yahut ‘hainler, karşı devrimciler’ kimlikleri ile bu efsanenin kahramanları olmuşlardır. Troçkizm efsanesinin bir tarafında bu iddiaların ciddiyetini hafife alıp, troçkizm hakkındaki bilgi dağarcığını bunlarla doldurmakla yetinenler var. Bu tabloya göre, neredeyse dünyanın belli başlı emperyalist devletlerinin her birinin hesabına ayrı ayrı ajanlık yapan; en başlardan beri türlü ve akıl almaz entrikalarla Ekim devriminden doğan proleter devletini kundaklamaya çalışan, aynı anda bir kaç yerde birden bulunarak ve Lenin’in sağlığındaki Bolşevik Merkez Komitesi’nin neredeyse tüm üyelerini kandırarak bu entrikalara alet eden, bir ‘şeytan’dır Troçki. Aynı efsanenin öteki yüzünde ise, troçkistlerin, yahut genel olarak kendilerine anti-stalinist kimliğini yakıştıranların çizdiği bir tablo vardır. Daha çok diğer iddiaları çürütüp, gerçekleri objektif bir biçimde ortaya koyma iddiasıyla hareket edenlerin çizdikleri tabloya göre ise; herkesten önce ve tek başına Ekim Devrimi’nin seyrini öngören, kehanetleriyle Nostradamus’u mezarında ters döndüren, bolşevizm ve dünyanın dört köşesinde Komünist Enternasyonal bayrağını tek başına dalgalandıran fakat olmadık entrikalara kurban gitmiş mazlum Troçki figürü yer alır. İşçi hareketinin tarihsel hafızası da olması gereken devrimci komünist bir partinin işlevlerinden biri de bu tür efsanelerin üzerindeki esrar perdesinin kaldırılmasını sağlamaktır.

KöZ’ün arkasında duran komünistler böyle bir partinin çok uzun süredir mevcut olmadığı saptamasından hareket ediyor. Bolşevik geleneğin örgütsel-politik sürekliliğinin Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresini takip eden süreçte koptuğunu düşünüyor. Yeniden bolşevik geleneğe bağlanarak, devrimci önderlik boşluğunu giderme iddiasını taşıyabilecek bir komünist partiyi yaratmak için hazırlık faaliyeti sürdürüyor. Bu faaliyetin sorumluluğunu üstlenen komünistlerin ödevleri arasında Bolşevik geleneğin üzerini örten efsanelerin temizlenmesi yönünde bir gayrete öncülük etmek de yer almaktadır.

Efsaneler, yahut ‘efsane kahramanları’ komünistlerin gündemine gelenek sorunuyla ilişkili olarak ve geçmişin değerlendirilmesi çerçevesinde giriyor. Zira komünist geleneğin örgütsel-politik sürekliliğinin sağlanamayışı bu boşluğun bir nevi efsanevi anlatımlarla doldurulmasına zemin sunuyor. Bu sürekliliği sağlamak için oldukça uzun bir dönemi kapsayan siyasal gelişmeler hakkındaki efsanevi anlatımlardan kurtulmak gerekiyor. Bu yolda atılacak adımların kalkış noktalarını net bir biçimde saptayıp ayırt etmek belirleyici bir önem taşıyor.

Bunu yaparken her şeyden önce, sınıf mücadeleleri tarihine ilişkin sorunları bir adalet arayışıyla ele almaktan uzak durulmalıdır. Çünkü sorun haklılarla haksızları ayırt edip, haklılardan yana tutum almaktan ibaret değildir. Bir başka deyişle yapılması gereken vicdanlara seslenmek değil bilinç zindeliği sağlamaktır.

İkincisi sorun, galiplerle mağlupları; marjinal olanlarla kalabalık olanları ayırt etmek de olamaz. ‘Gerçekçilik’ adına galiplerden ve kalabalık olanlardan yana olmaktan; yahut hakkaniyet adına mazlumlardan ve marjinal olanlardan yana tutum almaktan da uzak durulmalıdır.

Üçüncüsü; bu efsanelere konu olan kişileri yahut akımları yargılayıp aklamak ya da mahkum etmek de bizim kaygımız olamaz. Birbirleriyle karşı karşıya gelmiş kişilerden yahut akımlardan biri yahut diğerinden yana tutum almak da söz konusu değildir. Zira çizgisi ve temel ilkeleri belli olan Bolşevik geleneğin sürekliliği sağlanamamış olduğuna göre, taraflardan birine yahut diğerine yaklaşmak değil, referansları belli olan bolşevizme sahip çıkarak ve onun ölçüleriyle bu tarihsel dönemi değerlendirmek gerekir.

Dördüncüsü; bu tutum bilimsellik kisvesi altına saklanmış bir tarafsızlık, objektiflik iddiasıyla karıştırılmamalıdır. Zaten bir tarihsel değerlendirme ikna olma/ikna etme mekanizmalarına indirgenemez; söz konusu olan siyasi bir hesaplaşmadır, siyasi mücadelenin araçları ve ölçüleriyle ele alınmalıdır. Bu doğrultuda taraf tutmazken, taraf olmak, güç kazanmak ve galip gelmek üzere ısrarlı bir mücadeleyi sürekli kılmak gerekir. Dolayısıyla böyle bir değerlendirmenin ölçüleriyle öznesini birbirlerinden ayırt etmek mümkün değildir.

Beşincisi; böyle bir tarihsel değerlendirmenin tarafı, dayanak noktası, öznesi olabilecek bir siyasi akım mevcut değildir; bu akımın Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinde billurlaşan çizgi temelinde yeniden yaratılması (Komünist Enternasyonal’i aşma hedefiyle yeniden yaratılması!) gerekir. Gelenek sorunu ve bu bağlamda tarihsel sürecin değerlendirilmesi ancak siyasi bir tutum alarak ve bu tutumun vazgeçilmez koşulu, devrimci bir örgütlenmeyi yaratıp yaşatma iradesini ortaya koyarak çözülebilir. Komünist devrimcilerin iddiası bolşevizmin temellerinde böyle bir örgütü yaratıp yaşatmaktır; geçmişin değerlendirilmesini de bu iddianın ölçüleriyle ele almak gerekir.

Paylaş