“Sürekli devrim” teorisi herhalde Troçkizmle özdeş kabul edilen başlıca kavramlardandır. Hatta Lenin sonrası sosyalist kuşaklar arasında Troçkizm bahis konusu olduğunda kullanılan en yaygın fetişlerden biridir. Troçki’nin taraftarları için her sıkışık durumda başvurulabilecek bir tılsımlı sözcük; karşıtları için ise, cehennemin kapılarını aralayan bir kara büyü tekerlemesi gibi algılanır olmuştur “sürekli devrim”. Bu kavram Troçki ve Troçkizmle o kadar özdeşleşmiştir ki, Troçkist olarak adlandırılmama kaygısıyla bu kavramı kullanmaktan öcü gibi kaçma refleksi yaygınlaşmıştır. Hatta bu kavramı icat edenin ve ilk kullananın Troçki olduğunu sanmak işten bile değildir. Oysa sürekli devrim kavram olarak ilk kez 1850’de Komünistler Birliği örgütünün Merkez Komitesi’nin örgüte hitabında kullanılmıştır:
“… demokratik küçük burjuvalar … demokratik parti içinde her türlü fikri kapsayacak büyük bir muhalefet partisinin kurulmasına çalışıyorlar; yani içinde genel sosyal demokratik lafazanlıkların ağır bastığı … sevgili barış uğruna proletaryanın belirli isteklerinin öne sürülmesine imkan vermeyecek bir partide işçileri tutsak etmeye çalışıyorlar. Böylesi bir birlik, doğrudan doğruya onların yararına, proletaryanın ise hepten zararınadır. …İşçiler, … burjuva demokratlara alkış tutan bir koro olmaya rıza göstereceklerine, … bağımsız, gizli ve genel bir parti örgütünü kurmaya gayret etmeli… ve bu örgütün her bölümünü proletaryanın tavır ve çıkarlarının burjuva etkilerden bağımsız olarak tartışıldığı işçi topluluklarının merkezi ve çekirdeği haline getirmelidir.
… Ama daha zaferin ilk saatlerinden itibaren işçilere ihanet edecek olan bu partiye (küçük burjuva demokratlarının partisine -çn) … karşı koyabilmek için işçiler silahlı ve örgütlü olmalıdır … İşçiler kendilerince seçilmiş komutanlar ve kendi seçtikleri genel kurmayla bağımsız olarak proleter muhafızlar olarak örgütlenmeli ve devlet otoritesinin değil, işçilerin belirleyeceği devrimci topluluk konseyleri komutasına geçmelidirler. … Silahlar ve donanım hiçbir biçimde teslim edilmemeli, her türlü silahsızlandırma çabası gerekirse zora başvurarak püskürtülmelidir …. …Hatırası halkta sadece nefret duygusu uyandıran kişilerle, kamu binalarına karşı halkın giriştiği intikam hareketlerine, sözde aşırılıklara, muhalefet etmek şöyle dursun, bu gibi hareketleri hoşgörüyle karşılamakla da yetinilmemeli, bunlara önderlik edilmelidir.
Demokratik küçük burjuvazi, devrimi mümkün olduğu kadar çabuk … sona erdirmek istedikçe; az çok mülk sahibi tüm sınıflar egemen konumlarından def edilene dek; proletarya devlet iktidarını fethedinceye ve bütün proleterlerin birliği, bir tek ülkede değil, dünyanın tüm hakim uluslarında proleterler arasındaki rekabeti ortadan kaldıracak ölçüde gelişinceye; ve en azından başlıca üretici güçler proleterlerin elinde toplanana kadar devrimi sürekli kılmak çıkarımız ve görevimizdir. .. Alman işçileri sınıf çıkarlarının ne olduğunu açık seçik saptayarak, en kısa zamanda bağımsız bir partide mevzi tutarak, ve demokrat küçük burjuvaların iki yüzlü sözlerine kanıp, proletaryanın partisinin bağımsız örgütünü kurmaktan çekinmek gibi bir davranışa bir an olsun kapılmayarak, nihai zaferleri uğrunda ellerinden geleni kendileri yapmalıdır. Savaş naraları Sürekli Devrim olmalıdır.” (Köln Davası Üzerine Açıklamalar derlemesi içinde, Ana yayınları, İstanbul 1977, s. 142- 150, altını biz çizdik)
Bu bildiri Marx’ın kaleminden çıkmıştır. Besbelli ki yönetiminde bulunduğu örgüt tarafından da paylaşılmaktadır. Bu bildirgeden önce de Marksistlerle Blankistlerin 1850 yılında Londra’da birlikte kurdukları ve kısa ömürlü olan Devrimci Komünistlerin Evrensel Derneği adlı derneğin tüzüğünün amaç maddesinde de şöyle bir ifade geçmekteydi:
“Derneğin amacı tüm ayrıcalıklı sınıfların ortadan kaldırılması, bu sınıfların proletaryanın diktatörlüğüne tabi tutulması ve insan ailesinin son örgütlenme biçimi olacak olan komünizmin gerçekleşmesine kadar devrimin sürekli kılınmasıdır.” (Marx-Engels T.E. cilt 7, s. 553-554. altını biz çizdik)
Buna rağmen, her nedense, “sürekli devrim” dendiğinde akla Komünistler Birliği, Blankistler veya Marx değil, Troçki gelmektedir. Oysa Troçki’ye atfedilen “sürekli devrim teorisinin” temellerinin atıldığı iddia edilen “Sonuçlar ve Olasılıklar” başlıklı broşürde sürekli devrim kavramı bir kez bile geçmemektedir. Hatta bu kavramın ilk kez kullanıldığı Komünistler Birliği’nin söz konusu metnine bir gönderme dahi yoktur. Bununla birlikte, her nedense bu kavramı Troçki’nin adıyla anmak gerek taraftarları gerekse de muarızları arasında adettendir.
Oysa “Onyedinci Yüzyıl’da İngiltere’dekinden, Onsekizinci Yüzyılda ise Fransa’dakinden daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı koşullarında ve çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda olan bir burjuva devrimi arifesinde olan” Almanya için ve devrimci partinin bağımsızlığını vurguyla savunarak söylenen bu sözler en çok Lenin’in 1917 Şubat-Ekim arasında savunduklarına yakındır. Lenin’in, 1900’lü yılların başında “Avrupa devrimini ateşleyecek olan” “burjuvazisiz bir burjuva devrimi” perspektifiyle Rusya için söylediklerine de fazlasıyla benzemektedir. Komünist Manifesto’daki “Almanya’daki burjuva devrimi, onu hemen izleyecek bir proleter devriminin başlangıcı olacaktır” sözleri dahil, Komünistler Birliği’nin gecikmiş bir burjuva devrimi hakkındaki saptamalarının pek çoğu 1900’lerin başından itibaren Rusya için uyarlanarak, Lenin tarafından tekrar tekrar ifade edilmiştir. Ama buradan hareketle Lenin’in Komünistler Birliği Merkez Komitesi’nin sürekli devrim fikrini savunduğunu ileri sürmek kimsenin aklına gelmiş değildir.
Lenin’in 1905’teki formülasyonunda en önemli nokta devrimci partinin bağımsız varlığı ve başlı başına bir etken olarak rolüdür. Bu açıdan bakıldığında bile, 1850’lerin başında Komünistler Birliği Merkez Komitesinin formüle ettiği anlayışla Lenin’in devrime bakış açısı ve küçük burjuva ve burjuva demokratlarına ilişkin tutumunun benzerliği tartışmasızdır.
1905’teki Lenin’i hem 1850’deki Komünist Birlik ile, hem de Nisan 1917’deki Lenin ile buluşturan çizgi de buradadır. Bolşevikleri Menşeviklerden de, Troçki’den de, hatta bugün güya Leninizme sahip çıktığını iddia edenlerin birçoğundan da ayırdeden kalın çizgi de buradadır. Bu çizgi aynı zamanda 1905’te Menşeviklerle bolşevikleri, 1917’deki Nisan Konferansı’nda “eski bolşevikler” diye anılanlarla Lenin’i birbirlerinden ayırdeden çizgidir. Troçki ile Lenin de aynı ayrım çizgisi üzerinden ayrışır. O gün bugündür bütün menşeviklerle bolşeviklerin ayrışmasından hala bu çizgi önemli bir eksen oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, Sürekli Devrim kavramının patenti Troçki’ye atfedildiği gibi, Lenin’in 1917 Nisanında bu fikre geldiğini söyleyenler de az değildir.
Bu nedenle Troçki ve sürekli devrim teorisi arasındaki özdeşliğin hangi süreçte nasıl kurulduğunu hatırlamakta ve bu çarpıtmanın nasıl kurgulandığını irdelemekte yarar var.
Troçki ile Sürekli Devrim Teorisi’nin Özdeşleştirilmesi Ne Zaman Gündeme Geldi?
SBKP Merkez Komitesi 1923 yılında Troçki’nin o zamana kadar yazılmış eserlerini bir toplu eserler dizisi halinde yayınlama kararı almıştı. Sovyet Devlet Yayınevi tarafından derlenip basılan bu dizinin üçüncü cildi, Troçki’nin 1917 yılı boyunca yaptığı konuşmaları ve yazdığı yazıları kapsamaktaydı. Sonradan ünlenerek “Ekim Dersleri” diye bilinen makale de, 1924 Eylül’ünde basılan ve “1917” başlığını taşıyan bu cilde yazılmış bir önsözdür. Ama tarihte ve Troçki’nin kaderinde herhangi bir önsözden çok daha derin bir anlam kazanacaktır.
Bu önsözde Troçki, o zaman uluslararası komünist hareket çerçevesinde sıcağı sıcağına tartışılmakta olan Almanya ve Bulgaristan’daki 1923’teki yenilgileri 1917 Ekim deneyimiyle karşılaştırarak değerlendirmektedir. Ama bu önsöze asıl önemini kazandıracak olan bu yönü değildir. Orada Troçki aynı zamanda şunu söyledi:
“Hiç şüphesiz eski anlaşmazlıkları alevlendirme tehlikesini göze almadan Ekim’i incelemenin ya da Ekim ile ilgili belgeleri yayınlamanın bile imkansız olduğu şeklinde bir itirazda bulunulabilir. 1917’deki anlaşmazlıklar gerçekten pek derin olup, hiç bir suretle raslantı değildi. Fakat aradan bir kaç yıl geçtikten sonra bugün, bunları o zaman yanılmış olanlara karşı bir silah olarak kullanmaya çalışmaktan daha bayağı bir şey olamaz. Ne var ki basit kişisel mütalaalar dolayısıyla Ekim Devrimi’nin uluslararası bir anlam taşıyan en önemli meseleleri hakkında sessiz kalmak hiç kabul edilemez.”
“Eski Anlaşmazlıklar”
Kastettiği “eski anlaşmazlıklar” somut olarak Lenin’in 1917’de Rusya’ya dönmesiyle birlikte Bolşevikler arasında iyice gerginleşen anlaşmazlık ve tartışmalardı. Daha somut olarak bir yandan o sırada Pravda’yı yöneten Stalin, Kamenev ve onlar gibi düşünen yoldaşlarıyla, savaşa ve Geçici 35 Hükümete karşı tutum konusundaki anlaşmazlık söz konusudur. Diğer yandan ise Zinoviev ile Zimmerwald’dakiyle başlayan konferanslar dizisine ilişkin tutum konusundaki anlaşmazlık söz konusudur.
Troçki’nin “…. bu konuda sessiz kalmak kabul edilemez” diyerek, “daha bayağı bir şey olamaz” demeyi de ihmal etmediği şeyi yaptığı sırada, Stalin, Zinoviev ve Kamenev SBKP yönetiminde bir ittifak oluşturmuş durumdaydı (o zaman bu ittifak Rusçada “üç atın çektiği bir tür kızak” anlamına gelen “Troyka” diye anılıyordu).
Üstelik bu önsözün yayınlanmasından bir yıl kadar önce (15 Ekim 1923), partinin 46 ünlü ve tanınmış sorumlusunun imzasını taşıyan bir muhalefet bildirisi yayınlanmış bulunuyordu. İzlenen ekonomi politikalarını ve parti içi rejimi hedef alan kimi eleştirileri ifade eden ve “46’lar platformu” diye anılan, bu oldukça heterojen platform, Polit Büro çoğunluğunu oluşturan Stalin, Zinoviev, Kamenev, Tomski ve Rykov’u hedef alıyordu. Bu bildirgedeki parti rejimine dair eleştirilerin birinci elden muhatabı olanların başında, adı konmasa da, elbette tüm yetkileri elinde toplamış olan genel sekreter Stalin geliyordu.
“Ekim Dersleri” yayınlandığında Zinoviev Komünist Enternasyonal’in resmi yöneticisi durumundaydı. Dolayısıyla söz konusu önsözdeki Alman ve Bulgar yenilgileri hakkındaki değerlendirmeler de doğrudan doğruya onu sorumlu tutan bir içerik taşımaktaydı.
Bu bakımdan, öyle bir iklimde böyle bir önsöz, açıkça, SBKP yönetimini elinde tutan ve aynı zamanda uluslararası komünist hareket üzerinde tartışmasız bir otoritesi olan Stalin – Zinoviev – Kamenev ittifakına karşı bir tür savaş ilanı anlamına geliyordu. Hiç kuşkusuz tastamam öyle algılandı.
Bu nedenle, Troçki’nin niyeti ve beyanları ne olursa olsun, “Ekim Dersleri”, Alman ve Bulgar yenilgilerinin Ekim Devrimi’nin dersleri ışığında irdelenmesi olarak değil, SBKP içi mücadeleye ilişkin yönüyle öne çıkmıştır. “Ekim Dersleri” başlıklı önsöz Sovyet Rusya’dan başlayarak uluslararası alanda yayılarak derinleşen bir kutuplaşmanın patlak vermesini sağlayan fitili ateşlemiştir.
“Edebi Tartışma”yı Tetikleyen Süreç “Troçkizme Karşı Kampanya”ya Dönüşüyor
Nitekim “Ekim Dersleri”nin yayınlanmasının hemen ardından, o zaman “edebi tartışma” diye anılan bir polemik, SBKP içinde başlayıp uluslararası alana yayıldı. Bu çerçevede, her ne kadar “Ekim Dersleri” doğrudan doğruya kendisine dönük bir içerik taşımasa da, ilk tepkiyi Stalin verdi. Kasım 1924’te Sovyetler Birliği İşçi Sendikaları Merkez Kurulundaki Komünist grubun tam katılımlı toplantısında yaptığı konuşma, doğrudan doğruya “Ekim Dersleri”ne bir cevap niteliği taşımaktadır. Bu konuşmaya başlarken Stalin şunları söyledi:
“Bu arada, leninizmle bağdaşmaz özel bir ideoloji olarak troçkizm ve Troçki’nin son edebi taşkınlıkları ile ilişkili olarak partinin görevleri üzerinde duracağım.” (J. Stalin, Leninizm mi, Troçkizm mi? derlemesi, Sol Y., 1976, s. 7)
Bu konuşmada Stalin, Ekim arifesinde Lenin’le partinin Rusya’daki yöneticileri arasında görüş ayrılıkları olduğunu doğruladı; ama kısa sürede bunun giderildiğini de ekledi. “Ekim Dersleri”nde kendi adı geçmediği halde, Nisan konferansı öncesinde yalpalayan bolşevik yöneticilerden birinin de kendisi olduğunu, fakat kısa zamanda Lenin’in önerdiği çizgiyi benimsediğini açıkladı (Bkz. age. s.15). Zinoviev ve Kamenev’in 7 Kasım’daki ayaklanma kararına da karşı çıkmakla birlikte, onlarla geri kalanların arasındaki anlaşmazlığın esaslı bir anlaşmazlık olmadığını söyledi ve vurguladı:
“Ortada bir bölünme yoktu ve anlaşmazlıklar bir kaç gün sürdü; çünkü Zinoviev ve Kamenev leninisttiler, bolşeviktiler.” (age. s.10).
Aynı konuşmada Stalin, Troçki hakkında da oldukça dikkatli ifadeler kullandı:
“Troçki’nin ayaklanmadaki önemi söz götürmez rolünü tartışma konusu yapmayı istemek aklımdan geçmez”;
“Troçki’nin iç savaş sırasındaki rolünü tartışma konusu yapmayı istemek aklımdan geçmez”;
“….evet, doğrudur, Ekim döneminde Troçki gerçekten iyi savaştı”.
Elbette bu ifadeler her seferinde, “ama özel bir rolü olduğu söylenemez”; “asıl başarı fedakar işçilerindir”; “zaten herkes iyi savaştı” gibi düzeltmelerle geçti. (Bkz. age., s. 10, 12 ve 17)
Stalin, ayrıca tam da Troçki’nin kayıt düşmek istediği soruna parmak bastı:
“Bugün yedi yıl sonra, Troçki Bolşevikler arasındaki eski görüş ayrılıkları üzerinde kasten duruyor….. Ama, birincisi Troçki burada işi olağanüstü abartıp şişiriyor; çünkü Bolşevik Partisi bu görüş ayrılıklarını hiç sarsılmaksızın atlatmıştır. İkincisi, partimiz bir devrimci parti değil de bir kast olsaydı kendi içinde görüş ayrılıklarına izin vermezdi….”
Asıl karşı saldırı da bu girizgah cümlelerini takiben geldi:
“Üçüncüsü, bugün Bolşevikler arasındaki ayrılıklar üzerinde kasten duran Troçki’nin bir zamanlar hangi tutumu benimsediğini sormak gerekmez mi?” (age. s. 16)
Böylece eski defterleri karıştırma faslının esaslısı başlayacaktı. Brest Litovsk konusunda Troçki ile Lenin arasındaki anlaşmazlık ve daha eskileri peşpeşe sıralanmaya başlayacaktı. Troçki’nin sürekli devrim teorisi, köylülüğün rolünü küçümsemesi, likidasyoncuların safında yer alışı vb. bunlar arasındadır.
Demek ki, Troçki’nin yedi yıl önceki anlaşmazlıkları kurcalamasının bedeli daha eski ve derin anlaşmazlıkların gündeme getirilmesine katlanmakla da kalmayıp yoğun bir karşı saldırı ile yüzyüze olacaktı. 1917 Temmuzu’ndan beri unutulmuş olan Troçkizm terimi de o zamana kadar olduğundan çok daha yaygın ve sıklıkla kullanılmak üzere, yeniden tedavüle girmekteydi.
Nitekim Stalin’in konuşması şu sözlerle bitti; ve o günden itibaren bu sözlerde geçen terime atfen, bu ilk tartışma furyası “Edebi Tartışma” olarak anıldı ve sonradan hızla unutuldu:
“Troçkizmin şimdiki atılımının amacı, bolşevizme hakaret etmek, onun temellerini kemirmektir. Partinin görevi ideolojik bir akım olarak Troçkizmi gömmektir…
Baskı tedbirlerine gelince, kesinlikle buna karşıyım. Şimdi yeniden dirilen Troçkizme karşı, baskı tedbirleri değil, ideolojik bir savaş gereksiyoruz.
Bu edebi tartışmayı biz istemedik. Troçkizm anti-leninist saldırıları ile bizi buna zorladı. Evet artık hazırız yoldaşlar.” (Age. s. 35)
Doğrusu Kamenev ve Zinoviev de hazırdılar ve dört bir koldan paralel bir saldırıyı sürdürdüler: “Yoldaş Troçki partimizdeki küçük burjuva unsurların içinde hareket ettiği kanal oldu. Konuşmalarının bütün niteliği, bütün tarihi geçmişi, bunun böyle olduğunu gösteriyor. Bugün o, partimize karşı mücadelesinde, ülkemizde partimize karşı yöneltilen herşeyin simgesidir.”
“… Partimizin güvendiği tabakaları, yani partinin kaderini elinde tutan, partinin gelecekteki varlığı olan gençliğimizi bu anti bolşevik öğretinin bulaşmasından kurtarmak için bütün tedbirleri almalıyız. Bunun için,… Troçkizm ve Leninizm arasında seçme yapmanın zorunluluğu, bunların birbiriyle bağdaştırılamayacağı konusundaki açıklamaların arttırılması partimizin en ivedi görevi olmalıdır.” (Aktaran Stalin, age., s. 176)
Zinovyev aynı kampanya çerçevesinde “Ekim Dersleri”ni şöyle yorumlamıştı:
“Yoldaş Troçki’nin son çıkışı (“Ekim Dersleri”) artık oldukça açık bir revizyondan, hatta leninizmin esaslarını doğrudan doğruya tasfiye çabasından başka birşey değildir. Partimizin tümü, Enternasyonal’in tümü bunu en kısa zamanda anlayacaktır.”
“… Şimdi Troçkizmle birleşerek bolşevizme açıkça karşı çıkan, Troçkizmle birlikte çalışarak partiyi düzenlemek isteyen kimse, leninizmin esaslarından ayrılmış olur. Troçkizmin geriye dönük bir aşama olduğunu, Lenin’in partisinin şimdi yanlız Troçkizme karşı geliştirilebileceğini kavramak gerek.” (aktaran Stalin, age., s. 177)
Bu çerçevede, Rus devriminin izleyeceği yol hakkında Troçki ile Lenin arasındaki görüş ayrılığı da yeniden gündeme oturdu. Sürekli Devrim teorisi hakkındaki Troçkist ve anti-Troçkist efsanelerin temelleri de bu polemiğin hengamesi içinde atılmış oldu. Böylece aslında Bolşeviklerle Menşevikler ve orta yolcular arasındaki asıl ayrımların belirgin olarak çizildiği “Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasi’nin İki Taktiği” başlıklı programatik belgeniniçeriği de bu polemiğin başlıca tarafları tarafından elbirliği ile bulanıklaştırıldı.
Bunun başlıca nedeni söz konusu kutuplaşmanın Ekim Dersleri makalesinin tetiklediği bir tartışmayla şekillenmiş olmasıyla, dolayısıyla bu önsözün içeriği tarafından belirlenmiş olmasıyla yakinen ilgilidir. Zira, Kamenev, Zinoviev ve Stalin ile Lenin arasında ciddi ayrılıklar olduğunu göstermek maksadıyla kaleme alınan bu yazı, ağırlıklı olarak ünlü Nisan Konferansı’na ve o dönemdeki tartışmalara gönderme yapmaktadır. Bu konferansta ise başlıca tartışmaların “İki Taktik”teki perspektif ve formülasyonların nasıl anlaşılması gerektiği hakkında olduğu sır değildir.
Böylece bu eksende gelişen bir polemik furyası içinde hem “sürekli devrim” hakkında efsanelerin temellerinin atılmış olması, hem de “İki Taktik” hakkında bir bulanıklığın yaratılmış olması şaşırtıcı olmasa gerektir.
1917 ‘Nisan Dönemeci’ Hakkındaki Efsaneler
1936’daki durumla uygun bir “resmi tarih” mahiyeti de taşıyan ve çok okunan SBKP (B) Tarihi” başlıklı kitapta, Nisan Tezleri ve Nisan Konferansı hakkında söylenen şudur:
“Lenin’in Nisan Tezleri, Parti için, burjuva demokratik devrimden sosyalist devrime, devrimin birinci aşamasından ikinci aşamasına –yani sosyalist devrim aşamasına- nasıl geçileceğini gösteren parlak bir mücadele planı oldu. … Daha 1905 yıllarında Lenin, Demokratik devrimde Sosyal- Demokrasinin İki Taktiği adlı broşüründe, Çarlık devrildikten sonra proletaryanın sosyalist devrimi gerçekleştireceğini söylemişti.
24 Nisan 1917’de Bolşevik Partisi Yedinci (Nisan) konferansı toplandı…Parti tarihinde bu konferans bir parti kongresi kadar önemli bir yer tutar.
…Nisan Konferansı Kamenev, Zinoviev, Piatakov, Buharin, Rikov ve onların az sayıda taraftarının oportünist, anti-leninist tavrını açığa çıkardı.” (SBKP (B) Tarihi, Kaynak Y., s. 205, 209, 212)
Alıntının son cümlesi Troçki’nin “Ekim Dersleri”ni teyit eder gibidir. Oysa o yazının yayınlandığı dönemde bunun iftira olduğunu göstermeye çalışan bir dizi polemik yapıldığı da bir gerçektir. Bununla birlikte, Lenin’in ölümünden sonra yazılan muhtelif “resmi tarih” kitaplarında bu tür zigzaglı ve birbirini tekzip eden düzeltmelere sık sık rastlandığı için, bu konu üzerinde durmak akla ziyan olur.
Bu alıntıda asıl önemli olan, “Nisan konferansının devrimin burjuva demokratik aşamadan sosyalist devrim aşamasına nasıl geçileceğini” gösterdiği ve böylece “İki Taktik’teki tespiti doğruladığı” hakkındaki saptamadır. Bu saptama sadece Nisan Konferansındaki tartışmaların çarpıtılmasından ibaret değildir; aynı zamanda “İki Taktik”te söylenenlerin çarpıtılması anlamına gelmektedir.
Lenin Nisan Konferansı’nda Hangi İki Aşamadan Söz Etti?
Lenin’in Nisan Konferansı’ndaki müdahalesi demokratik devrim aşamasından bir an evvel sosyalist devrim aşamasına geçmek maksadıyla değildir. Çünkü tam tersine çarın devrilmesinin ardından hükümetin burjuvazinin eline geçmesi nedeniyle, bu demokratik devrimin gerçekleşmediğini ve gerçekleşemeyeceğini vurguyla söylemektedir. Demokratik devrimin tamamlanabilmesi için, “İki Taktik”te öngörüldüğü gibi, iktidarın “işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü”nün eline geçmesi gerektiğini yoldaşlarına hatırlatmaktadır.
“Devrimi yapan işçiler ve askerlerdi. Ama başka devrimlerde sık sık olduğu gibi, önce iktidarı ele geçiren burjuvazi oldu… Çarı deviren ayaklanmış işçiler ve askerler olduğu halde yeni geçici hükümeti tayin eden çarın Devlet Duması oldu. Bu geçici hükümet liberal kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin temsilcilerinden oluşmaktadır.” (TE. c.23, s. 372-374 )
Bu hükümette aynı zamanda Sosyalist Devrimci partiden bir bakan, yani Kerensky de vardı. Kuşkusuz demokratik devrimde burjuvaziyi desteklemek ve/veya onunla koalisyona girmek gerektiğini düşünen Menşevikler için bu tablo makul ve uygun olabilirdi. Onların düşman ikizleri olan Sosyalist Devrimciler’in bir kısmı da öyle düşünmeye başlamıştı. Böylelikle demokratik devrim uğruna burjuvazinin peşine taktığı köylülere, bir de işçilerin ve sosyalistlerin desteğini katmak gerektiği fikri yayılmaya başladı.
Kuşkusuz “İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü” ile demokratik devrimi taçlandırmak üzere mücadele eden Bolşeviklerin bu formüle ayak uydurması mümkün değildi. Mamafih bu koalisyona girmeyi savunup desteklemek değilse de, devrimi ayaklanan işçilerin ve köylülerin yapmış olmasına ve hükümette bir Sosyalist Devrimci bakan olmasına bakarak, bu hükümete köstek olmamak, hatta dolaylı biçimde bile olsa destek olmak gerektiği fikri, Bolşevikler arasında da dikkat çekici bir oranda baş göstermişti.
Üstelik söz konusu olan sadece geçici hükümetin yapısı hakkında bir yanılgıdan ibaret de değildi. Bu hükümetin bilhassa savaşa karşı tutum konusunda Bolşeviklerinkine tamamen aykırı tutumu, yani savunma çizgisinde savaşa devam etme ve bozgunculuğu “ayakları yere basmayan bir tutum” olarak görme tutumu da Bolşevikler arasında, hatta yayın organları düzeyinde yankı bulmaktaydı.
İşte Lenin, bilhassa bu iki konuda müdahale etmek üzere Nisan Konferansındaki kürsüye çıktı. Bereket, sonuçta Konferans delegelerinin çoğunluğu bu iki konuda da Lenin’in önerilerini benimsediler. Lenin’in arzu ettiği toklukla olmasa da, konferans çoğunluğu, Geçici Hükümet’in desteklenmemesi ve “bütün iktidar sovyetlere!” şiarının benimsenmesi doğrultusunda oy kullandı. Lenin’in Menşeviklerle ve Sosyalist Devrimcilerle yakınlaşma taktiklerinin reddedilmesi yolundaki uyarıları da itibar gördü.
Ama bunlar esasen Bolşeviklerin İki Taktik’te çizilen perspektifle ve İkinci Enternasyonal’in yozlaşması konusundaki tahlille, bundan çıkan sonuçları yeniden benimsemesi çerçevesindedir. Yani söz konusu olan, asla Lenin’in Bolşeviklere yeni fikirler kabul ettirmesi anlamına gelmekte değildir. Olsa olsa, Bolşevik Parti’nin Rusya’daki yöneticilerinin kısa bir dönem için benimsediği hatalı bir çizginin doğrultulması anlamında görülebilir; ki bu da Bolşeviklerin tarihinde ilk defa görülmekte değildir.
Buna karşılık asıl yeni olan, Lenin’in partinin isminin değişmesi, Stockholm konferansına gidilmemesi, derhal yeni bir enternasyonal girişiminin başlatılması gibi önerileriydi. Bu yeni öneriler ise hiç mi hiç itibar görmemiştir; partinin isminin komünist parti olması önerisine bir tek Lenin’in kendisi olumlu oy vermiştir örneğin. Bu yeni öneriler bağlamında bir tek parti programının yeniden yazılması önerisi kabul edilmiştir; ama bu da ancak 1919’da gerçekleşecektir.
Öte yandan, SBKP (B) Tarihi kitabında söylendiği gibi, “devrimin demokratik aşamadan sosyalist aşamaya geçmesi” konusunda bir tartışma veya bir karar Nisan Konferansı’nda bahis konusu bile edilmiş değildir. Zaten o tartışmalarda Troçki’nin 1905’te Bolşeviklerin formülasyonuna karşı ifade ettiği sloganı hatırlatarak, kendi tutumunu izah eden Lenin’in böyle bir yönelimi savunması bahis konusu olamazdı:
“Eğer, “Kahrolsun Çar, Yaşasın işçi hükümeti” deseydim, böyle bir (öznelcilik) tehlikesiyle karşı karşıya bulunurdum. Ama böyle bir şey demedim, tamamen başka bir şey dedim. Rusya’da (burjuva hükümetinden başka) işçilerin, tarım ücretlilerinin, askerlerin ve köylülerin vekillerinin sovyetlerinden başka bir hükümet olamayacağını söyledim. Bugün Rusya’da, iktidar …… ancak içinde açıkça köylülüğün, askerlerin, küçük burjuvazinin egemen bulundukları sovyetlere geçebilir, dedim.” (Nisan Tezleri, s. 23)
Bu ifade Nisan Konferansı’nda sık sık tartışılan devrimin “birinci aşamasından ikinci aşamasına geçiş” konusunun anlaşılması için kilit bir anlam ifade eder. “Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” kitabının yazarı, (başta Kamenev olmak üzere) bir kısım yoldaşını “İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü” formülüne saplanıp kalmakla eleştirirken, sık sık altını çizerek, bunu, bu formülü çöpe atmak gerektiği için söylemediğini ifade etmektedir. Bu vurguyu yapmaktan maksadını açıklarken de “İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü bir anlamda, bir yere kadar gerçekleşmiştir” demektedir. Bundan anlaşılması gerekeni de kuşkulu bir boşluğa bırakmakta değildir. Bu ifadeyi ikili iktidar durumunun özgünlüğü çerçevesinde izah etmektedir. Bu izah özetle şöyledir:
İşçilerin köylülerin ayaklanmasıyla başlayıp çarın devrilmesine varan devrim iki ayrı hükümete hayat vermiştir. Bir yanda iktidarı devrimi yapan işçilere ve köylülere bırakmak istemeyen burjuvazinin geçici hükümeti, bir yanda da işçilerin köylülerin devrimci demokratik iktidarını ifade eden Sovyetler iktidara ortaktırlar.
Bu bakımdan, ikili iktidarın bir ayağı zaten İKDD’yi ifade etmektedir; bu nedenle bu formül “bir anlamda ve bir yere kadar” gerçekleşmiştir. Ama Lenin’e göre böyle kalamaz.
Eğer Sovyetler veya orada temsil edilen güçler geçici hükümeti destekleme gafletine düşerse, ikili iktidar geçici hükümetin lehine son bulur ve işçilerin köylülerin başlattığı devrim yeniden monarşistlerle anlaşma yolunu tutacak olan burjuvazinin eline geçer.
Eğer Sovyetler tüm iktidarı ellerinde toplamak üzere ikili iktidara son verirse, o zaman, otokrasinin yıkılmasıyla başlayan ve iktidarın işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünün eline geçmesiyle taçlanan devrim, “kesintisiz bir süreklilik içinde” (Lenin’in deyişi) sınıfsız topluma doğru uzanır.
“İki Taktik”te öngörülen de budur ve bu bakımdan o perspektif 1917’de tamamen doğrulanmıştır. Kaldı ki, bunu görmek için bilhassa RSDİP ikinci kongresinde tüzük tartışması üzerinde beliren Bolşevik/Menşevik ayrışmasının, nasıl, Lenin’in öngördüğü gibi iki ayrı stratejiye hayat verdiğini hatırlamak da yerinde olur.
İki Taktiğin ana konusu, “ilk Bolşevik kongre” olarak da anılan Londra’daki RSDİP Üçüncü Kongresinin kararlarıyla, Menşeviklerin buna alternatif olarak topladıkları Cenevre Konferansının kararları arasındaki ayrımı ifade eder. Zaten kitabın başlığındaki “İki Taktik” ifadesi bu ayrıma işaret etmek içindir. Söz konusu kitapta döne döne karşılaştırılan bu iki taktikten bir tanesi “Londra Kongresi” kararlarında apaçık bellidir:
“1) Konumu gereği en ileri ve tek tutarlı devrimci sınıf olan proletarya Rusya’daki devrimci demokratik hareket içinde de önder rolünü oynamak zorundadır.
2) Bu hareket (devrimci demokratik hareket-çn) şimdiden bir silahlı ayaklanma zorunluluğunun meydana çıkmasına varmıştır.
3) Proletarya bu ayaklanmada en enerjik rolü üstlenmekten kaçınamaz; ve bu da Rusya’daki devrimin kaderini tayin edecektir.
4) Proletarya ancak, ona mücadelesinde hem ideolojik bakımdan hem de pratik bakımdan rehberlik eden sosyal demokrat işçi partisinin bayrağı altında, tek ve bağımsız bir siyasal güç olarak bir araya geldiği takdirde bu devrimde bir önderlik rolü üstlenebilir.
5) Proletarya ancak bu rolü yerine getirebildiği takdirde, burjuva demokratik Rusya’nın mülk sahibi sınıfları karşısında sosyalizm mücadelesi için en elverişli koşulları elde edebilir. Bu itibarla RSDİP Üçüncü Kongresi, proletaryayı otokrasiye karşı silahlı ayaklanma yoluyla doğrudan mücadele etmek için örgütlemenin, mevcut devrim döneminde partinin en acil ve en önemli görevlerinden biri olduğunu kabul eder.” ( Bkz. TE. c.9, s. 68)
İki Taktik’te sık sık gönderme yapılan bu kongre kararının tam metnini Lenin kitabın 1907 baskısında aynen aktarılmasını da istemişti. Bu baskının içinde yer aldığı On İki Yıl derlemesinin Önsöz’ünde ise, bu hususta şunları söyledi:
“Burada bu kez sistematik olarak menşeviklerle aramızdaki temel farklılıklar sergilenmektedir. Baharda Londra’da toplanan “RSDİP 3. Kongresi” (Bolşevik) ve Cenevre’deki menşevik konferans tamamen bu anlaşmazlıkları ele almakla uğraşmıştır; ve nihayet proletaryanın görevleri bakımından burjuva devrimimizin bir bütün olarak değerlendirilmesinde temel bir görüş ayrılığına vararak sonuçlanmıştır. Bolşevikler demokratik devrimde proletaryaya önderlik rolünü atfederken, menşevikler ona bir “uç muhalefet” rolü biçmekteydi. Bolşevikler devrimin sınıf karakterini ve sınıfsal anlamını olumlu bir tarzda tanımlayıp, “muzaffer bir devrim ‘proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğüne’ varan bir devrimdir.” diyorlardı. Menşevikler ise burjuva devrimi kavramını o kadar yanlış bir biçimde yorumluyorlardı ki, proletaryanın devrimde burjuvaziye kölece tabi bir rol üstlenmesine razı olmaya varıyorlardı. …” (T.E., c. 13, s. 113)
Besbelli ki, Lenin Nisan Tezleri’nde savunduğu fikirleri oluşturmak için 1917 Nisanı’nı beklemiş değildir. Bolşevikler de o konferansta olumlu oy verdikleri görüşleri ilk kez o zaman işitmiş değillerdi.
Kaldı ki, Lenin’in 1905’teki formülasyonunun doğruluğunu ve 1917 deneyimi içinde doğrulandığını teslim edenlerden biri de Troçki’dir. Üstelik Troçki, Lenin’in Nisan’da vardığı nokta ile kendi teorisi arasındaki ilişki konusunda, efsanelere mahal vermeyen bir açıklama yapmıştır. Sürekli Devrim kitabının girişinde, uzunca bir dipnot düşerek şunları söyler:
“… 1919’da Lenin’in benim öngörümü doğru bulması için, benim tavrımla kendisininkini karşı karşıya getirmesine gerek yoktu. Her iki bakış açısını tarihsel gelişimleri içerisinde ele alması yeterliydi. Lenin’in “Demokratik Diktatörlük” formülünü her kullanışında içini doldurduğu ve bu varsayımsal formülün kendisinden çok, sınıflar arası ilişkilerdeki somut değişimlerin tahlilinden çıkarsanan somut içeriği burada hatırlatmaya gerek yok. Bu taktik ve örgütsel içerik devrimci gerçekçiliğin klasik bir örneği olarak ebediyen tarihe geçmiştir.
Taktik yahut örgütsel bakımdan Lenin’e karşı çıktığım hemen hemen her durumda, hiç değilse bunların en önemlilerinde haklı olan oydu. İşte bu nedenledir ki, sadece tarihsel anıları hatırlatma anlamına geldiği sürece benim eski tarihsel öngörüm lehine bir müdahalede bulunmayı gerekli görmüyordum.” (Sürekli Devrim; Köz Yayınları, s. 58)
Bu sözlerde Troçki bir yandan bir tarihsel öngörünün doğruluğunu vurgularken, bir yandan da “hemen hemen her durumda” “örgütsel ve taktik bakımdan” Lenin’in haklı olduğunu söylüyor. Bu ifade, hem anti-troçkist efsanelerin, hem de troçkist efsanelerin teorik margariniyle beslenmiş olanlar için bir muammadır. Zira birinciler “Troçki’nin mütemadiyen Lenin’i inkar ettiğine” inanırlar. İkinciler ise, 1917’de Nisan Tezlerini sunan Lenin’in sürekli devrim teorisini benimseyerek Troçki’nin görüşlerine geldiğini; berikinin de Lenin’in örgüt teorisini benimsemesi suretiyle bir sentezin oluştuğunu sanmaktadırlar.
Üstelik böyle bir sentez olduğunu ifade edenler sadece Troçkistler değildir. Hatta bizzat Troçki’nin kendisi dahi bunu söylemeye cesaret etmemiş ve bunu böyle söylemiş değildir. Hatta o, kendi tezinin doğruluğunu ve Lenin’inkine üstünlüğünü göstermeye çalıştığı polemik kitabında bile şunu ifade etti:
“.. 1919 yılında devlet yayınevi “Sonuçlar ve Olasılıklar”ı bir broşür halinde bastı. Lenin’in bütün eserlerinin baskısına, sürekli devrim teorisinin “şimdi”, Ekim Devriminden sonra, özellikle önem kazandığını belirten bir not düşülmesi de aşağı yukarı aynı tarihe rastlar. Lenin 1919’da “Sonuçlar ve Olasılıklar”ı okudu mu, yoksa şöyle bir göz mü attı? Bu konuda kesin birşey söyleyemem.” (Sürekli Devrim; Köz Yayınları, s. 58)
Troçki Lenin’in kendi görüşlerini 1919’da bile okuyup okumadığının şüpheli olduğunu söyleyerek, buradaki tezleri benimseyip kendi görüşlerini değiştirmiş olmasının mümkün olmadığını ifade etmiş oluyor. Kaldı ki başka örneklerde açıkça görülebileceği gibi, Lenin bu tür durumlarda açıkça böyle bir şey yaptığını ilan etmekle maruftur.
Ne var ki, pek çok “gayrı resmi” Rus devrimi tarihçisi de, aynı gelişmeleri kimi eski Bolşeviklerle ters düşen Lenin’in, İki Taktikteki güya eskimiş formülasyonlarını terk ettiği bir dönüm noktası olarak tarif etmektedir. Bu bakımdan troçkistlerin söz konusu dönemeç hakkındaki hüsnü kuruntulu saptamalarıyla örtüşen bir tutum akademik marksist çevrelerde olduğu kadar, siyasal gıdasını buralardan alma eğiliminde olanlar, yahut buna mecbur kalanlar arasında yaygındır.
Ancak seçeneklerin bunlardan ibaret olduğu sanısı, aynı madalyonun bir yüzünden öteki yüzüne doğru gidip gelmekle sonuçlanan bir kısır döngüyü beslemektedir. Bu kısır döngüden kurtulmanın yolu, sınıf mücadelelerinin tarihine örgütsel-politik bir mercekten bakmaktır. İşte 1917 Devriminin içinden geçtiği “Nisan Dönemeci” tam da bu açıdan paha biçilmez bir hazine sunmaktadır. Rus devriminin en kritik safhası bu dönemeçte yer almaktadır. Lenin’in Nisan Tezleri ve bu tezleri ortaya koymasını izleyen süreç, proletaryanın yoksul köylülüğü de peşinden sürükleyerek iktidara yürüyüşünün pratik-siyasal adımları ve aşamaları hakkında çok değerli dersler içerir. Ama genellikle bu dönem efsanevi anlatılarla örtbas edilerek es geçilmektedir. Ya Troçkistlerin yaptığı gibi, “Nisan Tezleri ile Lenin Troçki’nin Sürekli Devrim teorisini benimsedi, Troçki de onun örgüt anlayışını kabul etti” biçiminde eklektik bir çarpıtmayla bu dönemin üstü örtülmektedir. Yahut Bolşevik Partisi’nin, Ekim Devrimi’nin ve hatta Komünist Enternasyonal’in kaderini belirleyen bu dönemeç noktasında, Lenin’in tüm önerilerinin benimsenmiş olmadığının örtbas edilmesi yoluyla aynı kapıya varılmaktadır. Demek ki önce bu iki çarpıtmaya da ışık tutup düzeltmek gerekir.
Nisan Tezleri’nde Lenin, Troçki’nin Görüşlerini Kabul Etmiş Değildir
Her şeyden önce ilk yaklaşım doğru değildir. Lenin ne Nisan Tezleri’nde ne de başka bir zaman Troçki’nin 1906’da savunduğu “sürekli devrim teorisi”ni benimsemiştir. Zaten bu Lenin’in 1900’lerin başından beri savunduğu temel çizgi bakımından mümkün değildir. Troçki’nin teorisi esas olarak proleter devriminde devrimci partinin rolünü es geçen ve devrimin karakterini eşitsiz ve bileşik gelişme tezi ile açıklanan nesnel koşulların belirlediği bir çerçevede ele alan bir teoridir. Bu yönüyle de esas olarak İkinci Enternasyonal’in mekanik determinizmi ile maluldür. Bir başka deyişle Troçki’nin yaklaşımı, bugünlerde sosyalist devrim fikrini benimseyenlerin yaptığı gibi, devrimin aşamalı yahut aşamasız olmasından ziyade, hangi aşamada olduğuna dair bir tartışmayı ifade eder. Troçki’ye göre atlanmış bulunan yahut atlanabilecek olan aşama (işçi hareketinin kendiliğinden gelişimi de dahil olmak üzere) nesnel süreçlerin belirlediği bir mecrada aşılmıştır, yahut aşılacaktır. Rusya eşitsiz ve bileşik bir gelişme sayesinde nesnel olarak bir aşamadan diğerine geçmiştir bile, o nedenle gündemde iktidarın sosyal demokrat parti tarafından alınmasını sağlayacak bir devrim bulunmaktadır. O nedenle hedef ne Menşeviklerin dediği gibi, işçiler tarafından desteklenen burjuvazinin iktidara gelmesi olabilir, ne de işçilerin köylülerin koalisyonu olabilir. Troçki’nin sloganı “Kahrolsun Çar Yaşasın İşçi Hükümeti”dir.
Rusya’daki devrimin hangi aşamada olduğu konusunda Lenin’in fikri ise, hem İki Taktik yazıldığı zaman, hem de 1917’de net ve tektir: bu devrim burjuva demokratik aşamadadır. Dolayısıyla her ne kadar kendisi de ısrarla “temel sorunun toprak mesesi olduğunu ben de vurguluyorum” demesine rağmen, Troçki’nin yaklaşımının Lenin’in baştan beri savunduğu çizgiyle bağdaşmasının mümkün olmadığını görmek için fazla gayret gerekmez. Ama Lenin’in Troçki’den hem 1905’te hem de 1917’de ayrı durduğu bir başka konu vardır: bu aşamanın hangi güçler tarafından ve nasıl kat edileceği konusu; yani devrime önderlik edecek öznenin tanımı ve stratejik bir anlam taşıyan “taktikleri” konusu. Ama bu noktadaki yaklaşımı Lenin’i yalnız Troçki’den değil farklı sıfatlar taşıyan pek çok başkalarından da hala ayırdeder.
Oysa Troçki’nin kendi söylediklerinden de açık seçik anlaşılacağı gibi, Lenin’in görüşü “kendi tarihsel gelişimi” içinde bir noktaya varmıştır. Eğer bu varış noktası Nisan Tezleri ise, çıkış noktası olan İki Taktik tezleri işe yaramaz bir kenara atılması gereken tezler midir?
Lenin’in Nisan Tezleri’nde katiyen böyle demediğini görmek zor değil. Troçki’ye gelince; o da bilakis İki Taktikte formüle edilen yaklaşımın “devrimci gerçekçiliğin bir klasik örneği olarak tarihe geçtiğini” söylüyor.
Nitekim mekanik-evrimci bir devrim anlayışının aşılması yönünde pratik adımların tarif edilmesi ve bunun program anlayışına yansıtılması da Lenin’in ve Bolşevik hareketin pratiğinin sayesinde olmuştur.
Troçki’nin Asıl Kusuru Parti Kavrayışında Aranmalıdır
Troçki’nin 1906’daki “öngörü“sünde yer almayan unsur, 1917’de, Şubat’tan Ekim’e giden yolun döşenmesini sağlayan Lenin’in partinin devrim stratejisindeki rolüne ilişkin katkısıdır. Hatta bu, 1905 Devrimi’nin zaferle sonuçlanmamasına bakıldığında da, gören gözler için tersinden kanıtlanmış olmaktadır. 1905’te eğer İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü gerçekleşmediyse bunun nedeni, “İki Taktik”in yanlış bir perspektifi ifade etmesi değil, proletaryaya önderlik edecek partinin yeterince hazırlıklı olmayışındandır. Zira bu perspektifin gerçekleşmesi ne “İki Taktik”te ne de başka yerde Lenin tarafından nesnel koşulların bir hediyesi olarak tarif edilmiş değildir. Aksine asıl vurgu, eğer sosyal demokrasi bu yönde hareket ederse ve işçi köylü yığınlarına bu doğrultuda önderlik edebilirse bu seçeneğin gerçekleşebileceği üzerindedir. 1905’te bu olmamıştır. 1917’de Bolşevik parti Nisan konferansında tutumunu değiştirmemiş olsaydı da gerçekleşmemiş olacaktı.
Eğer 1905 devrimini 1917’dekinin “provası” olarak ele almak doğru bir yaklaşımsa, besbelli bu iki olay arasında bir süreklilik bağı da kurmak gerekir. Bu sürekliliği sağlayan Bolşevik hareketten başkası değildir. 1905 devriminin dersleri Bolşevik parti tarafından 1917’ye taşınmıştır ve bu sayede Bolşevikler 1905’te eksik olan temel koşulu ikmal etmişlerdir. Aynı nedenledir ki, 1917’ye gelindiğinde, sözümona bu devrimin seyrini önceden görüp göstermiş olduğu iddia edilen Troçki, güya öngördüğü devrimin gerçekleşmesi için Bolşevik Partisi’nin özgünlüğünü ve anlamını kavrayarak bu partiye katılmak zorunda kalmıştır. Lenin’in, Troçki’nin “kehanetini” kabul ederek katılabileceği bir yer bulunmayışı da başlı başına bir ölçü sayılmalıdır.
Zaten bu durum da esasen Troçki’nin ve onun takipçilerinin temel bir kusurunun yansıdığı bir ibret aynasıdır. Troçki ve Troçkistler oldum olası hep en doğru fikirleri temsil ettiklerini iddia ve ispat etme gayreti içinde olmuşturlar ve her ne hikmetse bu kendi doğru öngörülerini daima başka partilerin yerine getirmesinde ısrar etmekle marufturlar. Hatta çoğu kez bu öngörülerini gerçekleştirmek için sık sık başka partilerin içine girip orada bu çizgide bir muhalefet yürütmek başlıca pratiklerindendir. Bu yolda bir engellemeye yahut dışlanmaya maruz kaldıklarında bürokratizm ve/veya sekterlikten şikayet etme de başlıca adetleri arasındadır. Bu durum nedeniyle, Troçkist örgütlerin hep en doğruları vazedip, anlaşılmamaktan şikayet eden mızmız bir muhalefet kimliği ile anılmaları ve sürekli başka örgütlere akıl vermeyi kendilerine iş edinmiş olmaları da tesadüf olmasa gerektir.
Bu olgu belki de sürekli devrim tartışmasının özü ve yönü hakkındaki en kritik sorunu öne çıkarmaktadır. Troçkizm hakkındaki Troçkist efsanelerin başladığı yerlerden birisi tam da burasıdır. Hatta Troçkizm diye bir akımı Troçki’nin özgün fikirleri üzerine kurmak isteyenlerin (bunu ister Deutscher’inki gibi eklektik bir tarzda yapsınlar, ister “eşitsiz bileşik gelişme kanunu”yla, isterse de “sürekli devrim teorisi”ni ve Troçki’nin Lenin’e yönelik jakobenizm eleştirilerini tutarlı bir biçimde birleştirsinler) varacakları yer Troçki’nin 1917 öncesinde durduğu yerden farklı bir yer olmayacaktır; türlü Troçkist akımların hepsi öyle ya da böyle bu adreste ikamet etmeye devam etmektedirler. Bu yer aynı zamanda orta yolcu/merkezci oportünizmin oldum olası durduğu yerdir.
Troçki’nin Merkezciliği Sadece Devrimde Partinin Rolü Konusundaki Tutumundan Kaynaklanmaz
Ama merkezcilik sadece devrim stratejisi ve devrimde partinin rolü bahsiyle sınırlı bir tutumu ifade etmez. Daha önemlisi devrimci partinin rolü kadar yapısı ve bileşimi konusunda da kendini gösterir. Nitekim Troçki Bolşeviklerin karşısına ilk kez bu konuya ilişkin tartışma sırasında Menşeviklerin yanında yer alarak geçmişti.
Bu duruşun ardında Troçki’nin Axelrod gibi kimi sosyal demokratlara olan kişisel muhabbetinin olduğunu ileri sürenler ve bunu ispat için muhtelif kanıtlar sürenler az değildir. Ama böyle bir kişisel tutum söz konusu olsa bile, esas olan devrimci partiyi sınıfın tümünü ve bağrındaki tüm eğilimleri barındırması gereken biricik bir parti olarak tasavvur eden bakış açısı vardır. Bir başka deyişle Troçki de, pek çok çağdaşı gibi, kendini hem sınıf içindeki diğer akımlardan hem de işçi sınıfının bütününden ayırdeden bir profesyonel devrimciler örgütü fikrinin karşısındadır. Devrimci partinin yahut işçi sınıfı partisinin devrimci merkezci ve oportünist eğilimleri de içinde barındıran ve sınıfın bütününü kapsama eğiliminde ve iddiasında olan bir parti olarak tasavvur etmektedir. Bir başka deyişle, İkinci Enternasyonal’de hakim olan parti modelini benimsemektedir. Bu nedenle Lenin’in modelini “blankizm” diye eleştiren Rosa Luxemburg’a paralel olarak aynı modeli “jakobenizm” ile malul bir model olarak eleştirmektedir. Bu mesele Troçki’yi 1917 Temmuzu’na kadar Bolşeviklerden ayrı tuttuğu gibi, devrim ve devrimin sonucunda kurulacak iktidarın yapısı konusunda Bolşeviklerle ayrı yerlerde durmasıyla da ilgilidir. Zira sosyal demokrat (sosyalist/komünist) partiyi işçi sınıfının ta kendisi gibi kabul eden anlayışın iktidarın işçi sınıfının eline geçmesini tasavvur edişi de buna uygun olacaktır.
Nitekim Troçki için de, o zaman İkinci Enternasyonal bünyesindekilerin ezici çoğunluğu gibi, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi demek, proletaryayı temsil eden partinin hükümet olması demekti. Bu kavrayışı Troçki Lenin’in “İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü” formülüne itiraz ederken de görmek zor değildir. Troçki, bu formülü iki parti arasında bir koalisyon gibi idrak etmekte ve köylülerin bir partisinin olamayacağını ileri sürmek suretiyle bu formülün anlamsız ve geçersiz olduğunu iddia etmekteydi.
Doğrusu “İki Taktik”te bu İKDD’nin nasıl şekilleneceğinin somut olarak tasvir edilmediği bir vakıadır. Ama böyle olsa da bunun bir parlamenter rejimdeki koalisyon hükümeti gibi iki partinin bir araya gelmesi anlamına gelmeyeceği de açıkça belli idi. Zaten bu formülü izah ederken Lenin bu diktatörlüğün “komün tipi” bir rejim olacağına işaret etmekle bu tür bir koalisyon fikrinden açıkça ayırdetmekteydi.
Nihayet 1905’te Sovyet zuhur ettiği zaman Sovyetin başkanı Troçki “kahrolsun Çar Yaşasın İşçi hükümeti” derken sosyal demokrat partinin hükümet olmasını kastetmekteyken, Lenin şöyle diyordu:
“Bana öyle geliyor ki, siyasal açıdan bakıldığında İşçi Vekilleri Sovyeti, geçici devrimci hükümetin bir embriyonu olarak tasavvur edilmelidir. Sovyetin en kısa zamanda kendini tüm Rusya’nın geçici devrimci hükümeti olarak ilan etmesi veyahut (bir başka bir biçim altında da olsa aynı anlama gelmek üzere) bir geçici devrimci hükümeti yaratması gerekir.” (T.E., c.10, s. 15-16)
Böylece “İki Taktik”te soyut bir biçimde ortaya konmuş olan siyasal formülün Lenin tarafından sovyet örneğiyle nasıl somutlandığını görmek zor değildir.
“Bugün siyasal mücadele, tas tamam öyle bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki, devrim güçleriyle karşı devrim güçleri neredeyse denge halindedir. Çarlık hükümeti daha şimdiden devrimi ezecek kudrete sahip değildir; ama devrim de henüz “Yüz Kara”lar hükümetini süpürecek kadar güçlü değildir. Çarlık hükümeti tamamen çözülmektedir. Ama ayak üstünde çürürken saldığı ceset kokusuyla tüm Rusya’yı zehirlemektedir. Karşı devrimci Çarlık kuvvetlerinin çözülmesini daha şimdiden gecikmeksizin, tereddüt etmeden devrimci güçlerin örgütlenmesiyle karşı koymak mutlak surette önemlidir. Özellikle bir süredir bu örgütlenme müthiş bir hızla ilerlemektedir. Devrimci ordunun ilk birliklerinin (savunma grupları vs.) oluşması; proletaryanın sosyal demokrat örgütlerinin hızla gelişmesi; devrimci köylülük tarafından köylü komitelerinin oluşturulması; denizci yahut asker üniforması giymiş proleter kardeşlerimizin ilk özgür toplantılarını yapmakta oluşu buna tanıktır. Bu gelişmeler özgürlük ve sosyalizm doğrultusunda zahmetli ve çetin ama aydınlık ve emin bir yol açmaktadır. Bugün eksik olan gerçekten devrimci olan tüm güçlerin, kendilerini gerçekten devrimci olarak gösteren tüm güçlerin birliğidir.
Bugün eksik olan tüm Rusya çapında bir siyasal merkezdir; canlı, zinde ve güçlü bir merkez; kökleri halkın derinliklerinde olan ve kitlelerin mutlak güvenine sahip olan kıpır kıpır bir devrimci enerjiyle hareketlenen ve örgütlü sosyalist ve devrimci partilere bağlı bir merkez. Böyle bir merkez olsa olsa siyasal grevi parlak bir biçimde yürütmüş olan; şimdi tüm halkın silahlı ayaklanmasını örgütlemiş bulunan Rusya için yarı yarıya bir özgürlüğü kazanmış ve tam özgürlüğü kazanacak olan devrimci proletarya tarafından oluşturulabilir.
Neden İşçi Vekilleri Sovyeti, böyle bir merkezin embriyonu olmasın? sorusu belirir. Orada sosyal demokratlar tek başlarına bulunmadığı için mi? Bu bir elverişsizlik değil, avantajdır. Sosyal demokratlarla devrimci burjuva demokratlar arasında bir kavga birliğinin gerekli olduğunu daima kabul ettik. Biz bunun lafını ettik, işçiler gerçekleştirdi. İyi de yaptılar…
Benim kanımca bir devrimci siyasal önderlik merkezi olarak İşçi Vekilleri Sovyeti fazla geniş değil, aksine çok dardır. Sovyet kendini geçici devrimci hükümet olarak ilan etmeli, ya da böyle bir hükümet oluşturmalıdır. Bu maksatla yalnız işçiler tarafından belirlenmiş vekilleri değil, şimdiden özgürlüğe yönelen denizci ve askerlerden başlayıp sonra devrimci köylüleri ve üçüncü olarak devrimci burjuva entelektüellerini çekmelidir. Sovyet, geçici devrimci hükümeti sağlam bir çekirdekle taçlandırmalıdır. Bu çekirdek bütün devrimci partilerin ve bütün devrimci demokratların (ama dikkat edin liberal değil devrimci olanların) temsilcilerini barındırmalıdır. Böyle yaygın ve çeşitli bir bileşim bizi ürkütmez bilakis bunu isteriz. Çünkü köylülükle proletaryanın ittifakı olmadan, sosyal demokratlarla devrimci demokratların savaşkan yakınlaşmaları olmadan, büyük Rus devriminin tam zaferi mümkün değildir. Bu belirli, acil ve pratik görevler için geçici bir ittifaktır. Ve sosyalist proletaryanın daha esaslı, ağır basan çıkarlarını ve nihai hedeflerini sürekli gözetecek olan, ilkelerine sadakatle bağlı ve bağımsız bir parti olan RSDİP’tir.” (T.E., c.10, s. 15-16 vurguyu biz ekledik)
Açıktır ki bu tasviri bir işçi partisiyle köylü partisinin koalisyonu olarak algılamak mümkün değildir. Ama “kesintisiz bir süreklilik içinde sınıfsız topluma” doğru evrilecek olan, ve “komün tipi bir devlet” olması gereken “İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğünün” neye benzeyeceğini merak edenlerin alacakları yanıt bu satırlardadır. İçinde yurtsever Parislilerin, Ulusal Muhafız komutanlarının, siyasi mültecilerin hatta masonların vb. temsilcilerinin de bulunduğu Paris Komünü “proletarya diktatörlüğünün tarih tarafından nihayet bulunmuş bir örneği” ise, bu biçimde tarif edilen “İşçilerin Köylülerin Devrimci Demokratik Diktatörlüğü”nü ondan apayrı bir şey olarak görmek ve göstermek kasıtlı bir tutumdur ve abesle iştigaldir.
Ne var ki, bu satırlarda Lenin’in tasvir etmeye çalıştığı gelişme 1905’de olmadı. Ama 1917 yılının şubat ayı ile ekim ayı arasında olanlar ise tastamam 1905’te çizilen bu perspektif doğrultusunda gerçekleşti. Buna bakıldığında Lenin’in 1917 Nisan’ında eski görüşlerini terk edip, Troçki’nin fikirlerine geldiğini kim söyleyebilir? Bunu söylemek için Troçkist efsanelerin margarininden başka gıda almamış olmak gerekir. Yine bu satırlara bakarak Şubat ile Ekim arasında Rus Devrimi’nin demokratik aşamadan sosyalist aşamaya geçtiğini söyleyen SBKP (B) Tarihinden başka kitap okumamış olmak gerekir. Ne hazindir ki bu iki katık, pek çok devrimcinin başlıca gıdası durumundadır. Bu gıdayla beslenenlerin Sürekli devrim teorisi hakkındaki anti-troçkist efsanelerle aynı teori hakkındaki troçkist efsanelerin kakofonik ninnisiyle salınıp durmalarına engel olmak mümkün değildir . Bu uyuklama halinden uyanmak için, Ekim Devrimi’nin zaferini sağlayan Bolşevik Parti’nin parti modelini rehber edinmekle kalmayıp, aynı zamanda bu partinin Ekim Devrimi’ne önderlik etmesini sağlayan programatik perspektifini rehber edinmek de şarttır. Bolşevizmin Ekim devrimiyle doğrulanan tezleri ve perspektifleri bu devrimin dersleriyle zenginleşmiş biçimde Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin karar ve tezlerinde ifadeye kavuşmuş durumdadır. Bu gün aynı yoldan proleter devriminin zaferine önderlik edecek olan komünist partiyi kurmak için evvel emirde yapılması gereken bu tezleri ve kararları referans olarak kabul eden ve kılavuz edinen bir yürüyüş içinde Bolşeviklerinki gibi bir komünist partiyi yaratmak emperyalizmin cenderesinde sıkılmaya devam eden insanlığın kurtuluşu için, ücretli köleliğin sona ermesi için, acil bir ihtiyaçtır. Komünistlerin öncelikli ödevi de budur. Menşevizmin ve merkezciliğin çeşitli türlerinin gözbağcılığından kurtulmak bu acil ve ehemmiyetli ödevin yerine getirilmesi için elzemdir. Ancak o takdirde Menşeviklerin yahut merkezciliğin türlerinin peşinde sağa sola yalpalayarak sürüklenen pek çok devrimcilenin de nihayet saflarında yer alacakları adına layık