Troçki ve Troçkizm sorunu gündeme geldiğinde, bu akımın karşısında yer alanlar bakımından ‘sürekli devrim’ konusu kadar, hatta belki ondan fazla akla gelen konulardan biri de Troçki’nin tasfiyecilik karşısındaki tutumudur. Zira her şeyden önce Troçki, Lenin tarafından en sert eleştirilere Ağustos Bloku döneminde likidatörler karşısındaki tutumu nedeniyle muhatap olmuştur. Ama daha önemlisi ve sıklıkla üzerinden atlanan bir başka husus ise, Troçki’nin, sadece bu evrede değil, siyasi hayatının büyük bölümü boyunca tasfiyeci bir çizgi izlemiş olmasıdır.
‘Troçkist tasfiyecilik’ konusu, bilhassa Türkiye solunun literatüründe özel bir önem ve anlam kazanmıştır demek yanlış olmaz. Troçki ile tasfiyeciliği buluşturup özdeşleştiren ‘Troçkist tasfiyecilik’ kavramı, Türk solunu oluşturan akımların belleğinde ve onlara bağlı militanların zihninde, başka yerlerde olduğundan fazla bir yer işgal eder. Ama bu yaygın kullanıma inat, bu kavramı bir tekerleme gibi tekrarlayanların çoğu, ne Troçkizm hakkında ne de Troçki’nin tasfiyeci tutumları konusunda fazla bir şey öğrenmiş olmazlar. Aksine bu etiketi taşımayan ve üzerine alınmayanlar, tasfiyecilik sapmasını Troçki’ye ve Troçkistlere havale etmek suretiyle, sık sık kendi tutumlarının ve attıkları adımların aynı yönde olduğunu göremezler.
Bu bakımdan hem Troçkizm’in, hem de tasfiyeciliğin kavranmasına engel olan bu bilgisizliğin muhtelif yönleri üzerinde durmakta yarar var.
Troçki ve Troçkistler Örgütlenmeye Karşı mıdır?
Pek çokları ‘Troçkist tasfiyeciliğin’ mutlak bir örgütsüzlük ve örgütlenmeye karşı biteviye direnmek anlamına geldiğini sanır. Örgüt vurgusu yapmak suretiyle kendilerinin bu hastalığa karşı şerbetli olacakları yanılsamasına kapılırlar. Troçkistlerin tasfiyeci niteliğini göstermek için onları ‘bir türlü örgütlenememekle’ suçlama tutumu da oldukça yaygındır; halbuki bu doğru değildir.
Dünyanın pek çok köklü örgütünün yerinde yeller estiği günümüzde, birçok ülkede pek çok Troçkist örgüt, varolan akımlar içinde en eskiye dayanan örgütler olarak varlıklarını sürdürmektedir. Sadece bu olgu bile, bu konudaki yaygın inanışın aksine delalet etmektedir.
Öte yandan yaşadığımız topraklarda en köklü örgütlerin birçoğu sorun yaşayıp daralırken ve hatta kimileri ortadan kalkmışken, yakın tarihte peydah olan irili ufaklı pek çok Troçkist çevre de bu saptamayı pekiştiren bir olgudur. Birçok somut örnek; Troçki’nin ve Troçkistlerin örgütlenmeye karşı bir tutum ve düşünceyi taşımadıklarını göstermektedir. Troçki’nin kendisi, hayatının büyük bir bölümünde devrimci bir örgüt dışında kalarak siyaset yapmış olsa da, ne onun ne de genel olarak Troçkistlerin, örgütsüzlükten yana oldukları ve örgütlenmeye mutlak bir direnme gösterdikleri doğru değildir. Bu iddia temelsizdir.
Troçki’nin ve Troçkistlerin örgütsel sorunlar karşısında teori alanında ilgisiz oldukları da doğru değildir. Aksine Troçki de, Rosa Luxembourg gibi, örgütsel sorunlarla en fazla ilgilenen ve bu konuda pek çok yazı yazanlardan biridir. Onları Lenin’den ve Bolşeviklerden asıl ayırt eden genel olarak örgütsel sorunlar hakkında görüşleri olup olmaması değildir. Asıl fark bu sorunları hangi ölçü ve bakış açısıyla ele aldıkları ve bilhassa örgütsel sorunlara somut bir örgütün somut bir örgütsel sorununa çözüm aramak üzere yaklaşıp yaklaşmadıkları noktasındadır.
Sorun Bolşevik-Leninist bir örgütün yaratılıp yaşatılması noktasındadır; genel olarak örgütlenmeye karşı olup olmama noktasında değil. Troçki’nin acemisi olduğu ve Troçkistlerin bir türlü üstlenemedikleri ödevlerin başında da bu gelmektedir.
Örgütsel sorunlara yaklaşım konusu bu somutluğu ile alındığında, Troçki’nin ve Troçkist hareketin asıl mahiyeti ve zaafı daha belirgin hale gelir. Nitekim RSDİP’in İkinci Kongresi’nin son bölümünden itibaren kendini gösteren bu zaaf, Troçki’ye hayatının sonuna kadar eşlik etmiştir. Troçkistler de oldum olası ve hala bu zaafın etkisi altındadır.
Troçki ile Lenin Arasındaki Temel Ayrım Nerededir?
Troçki’nin ve onu takip eden Troçkistlerin tasfiyecilik ve oportünizmle ilişkisinin anahtarı buradadır. Troçki’yi Bolşeviklerden ayıran başlıca yanılgısı da tastamam bu noktada bulunur.
RSDİP’in İkinci Kongresi’nde Troçki ile Lenin’in yollarının ayrılmasına neden olan başlıca konu, Lenin’in parti anlayışı hakkındaki ayrılıklarıdır. Troçki, onların oportünist karakterini kabul etmekle birlikte, Menşeviklerle Bolşeviklerin ayrı düşmesine karşı çıkmakla ve iki akımın aynı parti çatısı altında kalmasını savunmakla, yolunu Lenin’den ve Bolşeviklerden ayırmıştır.
Troçki’nin Savunduğu, İkinci Enternasyonal’in Parti Modelidir
Troçki’nin o dönemeçte savunduğu parti kavrayışı, işçi sınıfının bağrındaki farklı akım ve eğilimleri bir arada içinde barındıran bir partiyi ifade eder. Bugün pek çok Troçkist örgütün hala böyle bir parti arayışı içinde türlü birlik projelerinin başında yahut kuyruğunda olması şaşırtıcı değildir; bu sürükleniş içinde Troçkistlerin tek başlarına olmadıkları da ibretle izlenecek bir durumdur. Bu da pek orijinal bir tutum değildir.
Zira o zaman hakim olan ve hala hüküm sürdüğü anlaşılan İkinci Enternasyonal’in parti modeli böyle idi ve bu modeli benimseyip savunan bir tek Troçki değildi. Örneğin Rosa Luxembourg ve onun gibi pek çok başka devrimci de içinde farklı eğilimleri barındıran bir tek işçi partisi olması gerektiğini düşünüyorlardı.
Onlara göre oportünizmin kesin olarak alt edilmesi, ancak sınıf mücadelesinin yükseldiği bir iklimde olabilirdi. O aşamaya kadar, oportünizmle mücadele, parti içinde sürdürülecek bir ideolojik/politik mücadele kertesinde kalmalıydı. Bir bakıma oportünizmi işçi hareketine sızmış burjuva siyaseti olarak değil, bir yanılgı olarak görüyorlardı; bu nedenle oportünizme karşı mücadele de bir tür ikna sorunu olarak algılanmaktaydı. Böyle düşünenler halen az değildir.
Kuşkusuz, sınıf mücadelesinin gelişimi içinde oportünist saflardan sıyrılıp devrimci bir çizgiye gelenler hiçbir zaman eksik olmamıştır. Ama bu olgu oportünizme karşı mücadeleyi bir ikna sorununa indirgemeyi ve oportünizmin hakkından gelmek için sınıf mücadelesinin nesnel dinamiklerine bel bağlamayı gerektirmez. Zira sınıf mücadelesi nice doruklara çıkmış olduğu halde, oportünizmin hala dünya çapında kol gezmekte olduğu da apaçıktır.
Troçki, Vişinski iddianamesine karşı yazdığı kısa otobiyografisinde Menşeviklere karşı mücadele bağlamındaki hatalı tutumunu idrak ettiğine şu sözlerle değinmişti:
“…Bu dönemde (1904-1905) Lenin’le benim aramdaki en önemli farklılık, benim Menşeviklerle birleşmek suretiyle bunların büyük kısmının devrim yoluna çekilebileceğini ümit etmemden ileri geliyordu. Bu yakıcı sorunda Lenin tamamen haklıydı…”
Bu sözlerin peşinden de, aynı yerde 1 Kasım 1917’de partinin Petrograd komitesindeki bir konuşmasına gönderme yaparak ayrım noktası hakkındaki aynı tespiti Lenin’in sözleriyle tekrarlamaktadır: ‘Troçki, çoktandır (Menşeviklerle Bolşevikler arasında -çn.) bir birliğin imkansız olduğunu fark etmiştir. Troçki’nin bunu kavramasından itibaren ondan iyi Bolşevik yoktur.’
Kritik ayrım noktası gerçekten buradaydı. Üstelik bu ayrım sadece Lenin ve Bolşevizm ile Troçki arasında değildir. Genel olarak merkezcilik (ya da ortacılık / orta yolculuk denilen) oportünizm türüyle Leninizm arasındaki temel ayrım da buradadır.
Ne var ki bu farklılığın, Troçki’nin ve Troçkistlerin iddia ettiği gibi 1917 Temmuzu’nda bir kerede ve ebediyen ortadan kalktığı, Troçkist efsanelerin anlattıklarına rağmen, doğru değildir. Ayrıca bu yanılgının sadece Troçkistlere mahsus olduğu da hiç mi hiç doğru değildir.
Troçki Eski Tutum ve Görüşlerinden Büsbütün Kopmuş Değildir
Bilindiği gibi Troçki, RSDİP İkinci Kongresi’nde ‘bir tüzük maddesi yüzünden!’ Menşeviklerle köprülerin atılmasına tahammül edememiş ve Lenin’in karşısına geçmişti. Sonra bu güya ‘bir tüzük maddesi’ hakkındaki ayrılığın yaklaşan 1905 Devrimi’ne ilişkin bir stratejik ayrıma tekabül ettiği ortaya çıktığı zaman dahi, Troçki kendi perspektifinin her iki taraftan da farklı ve daha isabetli olduğunu söylemeye devam etti ve bunu hayatı boyunca değişik vesilelerle tekrar etti.
Oysa Lenin Menşeviklerle Bolşevikler arasında bir tüzük maddesi hakkındaymış gibi görünen tartışmanın kaçınılmaz olarak devrimin niteliği ve devrimin izlemesi gereken yol hakkında da bir ayrılığa tekabül etmek zorunda olduğuna açık seçik işaret etmişti. Tüzük hakkındaki ayrılığın tali değil esaslı bir ayrım olduğunu ve başka politik sorunlar karşısında da kendini göstereceğini altını çize çize izah etmişti.
Buna karşılık, Troçkistler başka merkezci akımlar gibi, hala örgüt sorununu adeta teknik bir sorun gibi algılayıp, program meselesini öne çıkarmayı sürdürmektedir. Programın sanki renksiz ve nötr bir araçmış gibi algılanan örgütün niteliğini belirlediğini vurgulamaya devam etmektedir. Oysa ‘örgütün niteliğinin eyleminin muhtevası tarafından belirlendiğini’ unutmayan Bolşeviklerin Ekim Devrimi’ne ve hatta sonrasına kadar Plehanov’un programından başka programları olmadığını (her ne kadar Lenin, Nisan Konferansı’nda bu programın değiştirilmesini önermiş olsa da) gözden kaçırmaktadırlar. Keza devrimci partilerin programından kopya edilmiş programlara sahip nice partinin dosdoğru oportünizme yöneldiğini de hatırlamak adetten değildir. Lenin’in de hatırlattığı ‘teori gridir, hayat ağacı yeşil’ vecizesini hatırlarsak, canlı olan, değişen ve değiştiren militanlardan oluşan partidir; parti dışında program, teori kadar gri kalmaya mahkum olur.
Doğrusu Troçki’nin kendini hem Menşeviklerden, hem Bolşeviklerden ayıran bir perspektifi olduğunu iddia ettiği durumda, ‘aynılar aynı yerde, gayrılar ayrı yerde’ diyerek, iki akımdan ayrı bir parti kurmaya yönelmesi beklenirdi. Böyle yapmış olsaydı, kendi iddialarına uygun, tutarlı bir tutum almış olurdu. Ama Troçki üç farklı yol olduğuna işaret etmekle birlikte, Menşeviklerle Bolşeviklerin 1905’teki kritik evre dahil her aşamada bir araya gelmesini savunmuştur; kendisinin de bu birliğin parçası olmaya hazır olduğunu sık sık belirtmiştir. Böyle bir birliğe engel olarak gördüğü Lenin’in karşısında ve dolayısıyla oportünizmin yanında yer almaya devam etmiştir.
Oysa Rus sosyal demokrasisinin kurucusu olduğu kadar, merkezci oportünizmin de en önemli figürlerinden biri olarak tarihe geçen Plehanov dahi, RSDİP İkinci Kongresi’nden Ekim Devrimi’ne kadar her kritik aşamada, Bolşevik tutumu destekleyen, hatta bilhassa likidatörlerle mücadele aşamasında inkar edilemez katkılar da sunan bir tutumu korumuştur.
Buna karşılık Troçki, akıl hocalarından sayılması gereken Parvus’un bile gözlerini açmasına vesile olan 1905 deneyiminin derslerine rağmen, özellikle Ağustos Bloku sürecinde bir kez daha aynı tutumu göstermiş, legalist tasfiyecilerden kopmamayı aksine onlarla birlik olmayı vazedenlerin başında gelmişti. Kendisi de hizipler üstünde ve bu hizipleri birbirine yapıştıracak odağı temsil etme iddiasındaydı. Bu evrede Troçki’nin Bolşevikler arasında da görece etkili olan bu tutumu, en şiddetli polemiklere neden olmuştu. Troçki en çok o zaman ‘likidatörlere karşı olma kisvesi altında likidatörlere hizmet ettiği ve likidatörlerin kendilerinden daha tehlikeli bir likidatör olduğu’ için sert eleştirilere muhatap olmuştu. Nitekim Troçkist tasfiyecilik etiketi esasen bu dönemden itibaren üzerine yapışacaktı.
Troçki’nin Merkezci Tutumu Zimmerwald Sürecinde Kendini Tekrar Gösterdi
Bu etiket ondan sonra üzerinden düşmedi. Birinci emperyalist paylaşım savaşını takiben, Zimmerwald sürecinde Troçki’nin bu tutumu bir kez daha kendini gösterecekti. Bu aşamada Troçki bu kez Kautsky’ci merkezcilerle birlik savunusunu üstlenerek Bolşeviklerin karşısında yer alacaktı.
Oysa ihanet eden İkinci Enternasyonal’in karşısına yeni bir Enternasyonal ile çıkılmasını tartışmak üzere, Zimmerwald Konferansı’nın örgütlenmesinde Troçki’nin payı büyüktü; nihai bildiri taslağını kaleme alan da o oldu. Troçki nihayet sosyal şovenizm olarak kendini gösteren oportünistlerden kopmak gerektiğini kavramış görünüyordu. Ama onu Bolşeviklerden ayırdeden temel yanılgısı burada da yönelimini belirleyecekti.
O vakit, Kautsky de, sembolü olarak anıldığı SPD’yi savaş karşısındaki ihanetçi tutumu nedeniyle Bernstein gibi başka sembolik figürlerle birlikte terk edecekti. Yeni bir partiyi, USPD’yi kurmuşlardı ve Rosa Luxembourg ile kimi yoldaşları da ancak o zaman, nihayet SPD’yi terk etmeye razı olup bu partiye katılmışlardı. Bu koşullarda Troçki ve onun gibi düşünenler, Kautsky başta olmak üzere, sol görünümlü oportünistleri terk etme konusunda tereddütlü bir tutum içindeydi. Rosa Luxembourg ve sonradan onun gibi doğru yolu bulan yahut bulamayan pek çokları da o dönemde Troçki’ninkine benzer bir merkezci tutumla maluldüler. Bu itibarla da o zaman ‘merkez’ diye de anılan ve ‘merkezcilik’ terimine vesile olan Kautsky oportünizmiyle devrimci tutum arasındaki ayrım çizgilerini bulanıklaştırmaya hizmet eden bir tutumu temsil ettiler.
Bolşevikler ise, Lenin’in ‘tereddüt edenlere yardım etmek için bile tereddüt edenlerden ayrı durmak gerekir’ öğüdünü tutmaktaydı.
Zimmerwald’da hakim olan çizgi Bolşeviklerinki gibi kararlı ve sonuna kadar devrimci ve enternasyonalist bir tutumu reddetmekteydi; savaş zamanında daha da elzem hale gelen komünist bir enternasyonalin kurulmasını kösteklemekteydi. Bu durumda Kautsky ve benzerlerinden kopmamakta direnmek de aynı değirmene su taşımak anlamına geliyordu. Bu tutum sonuçta tasfiyeciliğe varan bir uzlaşmacı oportünist tutum anlamına gelmektedir.
Zimmerwald Konferansı’nda çoğunluk bu tutumu benimsedi, onu izleyen Kienthal Konferansı da bunu tasdik etti. Bu şartlarda Komünist Enternasyonal’i kurmak için gerekli hamleyi yapmanın önemli bir koşulu da bu süreci terk etmekti. Troçki ve benzerlerinin tereddütlü merkezci tutumunun Bolşevikler arasında da yankı bulması nedeniyle, Lenin Nisan Konferansı’nda ısrarla üzerinde durduğu halde, bu adımın atılmasını sağlayamayacaktı.
Bu dönemeçte Bolşevik Parti konferansının Troçki ve benzerleri gibi her şeye rağmen Stockholm Konferansı’na katılmaya karar vermesi; Komünist Enternasyonal’in kuruluşunu geciktireceği gibi, ileride partinin adım adım merkezci oportünist bir çizgiye oturmasını kolaylaştıran etkenlerden biri olacaktır. Bilhassa ‘Troçkizme karşı mücadele’ görüntüsü altında Troçki’ninkine benzer bir tasfiyeciliğin partiye ve Komünist Enternasyonal’e egemen oluşunun fark edilmesini önleyen önemli bir etken olacaktır.
Bu orta yolcu oportünizm o zamandan itibaren merkezcilik olarak adlandırılmıştır. Troçki ve takipçileri bu merkezci oportünizmden ne o zaman ne sonradan kopabilmiş değildirler. Bu çizgiyi hala takip etmekte olanlar ise onlardan ibaret değildir. Hala zaman zaman muhtelif (‘kardeş’) örgüt ve partileri bir araya getiren, ortak bildiriler ve kimi ortak kampanyalara dair açıklamalarla sona eren uluslararası toplantıları düzenli olarak sürdüren akımlar vardır. Bu toplantıların Zimmerwald, Kienthal veya Stockholm konferanslarından yegane farkı bileşenlerinin taşıdıkları etiketlerden ibaret gibidir. Bu tür toplantıları düzenli olarak sürdürmeyi enternasyonalist görevlerin yerine getirilmesi olarak görmek ise esas olarak Zimmerwald sürecine damga vuran tereddütlü merkezci çizgiyi, yani aynı zamanda Troçki ve Luxembourg’un çizgisini takip etmektir. Doğrusu bu eğilim Komünist Enternasyonal’in Birinci Kongresi’nde de (bilhassa Alman delegeleri tarafından) kendini göstermiş ve bu kongrenin bir kuruluş kongresi değil, bir çağrı konferansı olarak kalması önerisiyle ifade bulmuştu. O zaman bu kongrenin Komünist Enternasyonal’in kurulduğunun ilan edilmesiyle sonuçlanmasını sağlayan Leninist tutumu temsil eden bir akım çoktan beri eksiktir. O nedenle Troçkist etiketini taşıyan veya taşımıyan türlü merkezci akımlar, enternasyonalist ve Leninist olma iddiasıyla kol gezmeye devam etmektedirler.
‘Troçkist Tasfiyecilik’ Troçki’ye ve Troçkistlere Mahsus Değil
Bu nedenle Troçki ve benzerlerinin çizgisinin özünün kavranması, aynı zamanda kendilerini ısrarla Troçkizm’den ayırt etmeye çalışan ve Troçkistlerden çok daha kalabalık olan başka merkezci tutumların kavranması için de önemlidir.
Troçki’nin merkezci oportünizminin neye benzediğini anlamak için Zinoviev’in Zimmervald sürecinde Lenin’le ortaklaşa kaleme aldığı ve ‘Akıntıya Karşı’ başlığıyla derlenen polemik yazılarından birinde yaptığı tanım yerindedir:
“Troçki’nin yazılarından anlaşılan o ki, siyasi çıkarları, kendi siyaseti sosyal şovenlerden ve oportünistlerden tamamen kopmaktan kaçınma yönündedir. Bu bakımdan savaşın derslerinden hiçbir şey öğrenmemiştir. Troçki hala Troçki’dir. Nasıl ki eskiden likidatörlerle birliği savunuyorduysa, bugün de sosyal şovenlerle birliği savunuyor.
‘Ama biz ayrılmayı (ayrı örgütlenmeyi -çn.) ‘ilkesel olarak’ kabul ediyoruz’ diye itiraz ediyor Troçkistler (bkz. Tutumlarımız, Nashe Slovo). ‘Biz sadece ayrılmanın yerinde olup olmadığını, amaca uygun olup olmadığını sorun ediyoruz. Sosyal şovenlerden kopmak ancak bu çözüm izlenen amaca uygun olduğunda yerinde bir tutum olur’ — İşte etkileyici makalelerde bize sunulan müthiş hakikat bu….
Savaş içinde bir yıl geçti; bütün eğilimler derinlemesine ifade buldu. Artık zahmet edip de bize Rusya’da sosyal şovenlerle ve onların savunucularıyla birliği korumanın ‘amaçlara uygun olup olmadığını’ söylemeyecek misiniz?
Bu basit ve açık soruya Nashe Slovo’nun ikirciksiz bir yanıt vermesini boşuna beklersiniz. Birçok dolambaçlı yolu dolaştıktan sonra Troçki’nin vereceği cevap da bininci defa şu gerçeği doğrulamaktan öte gitmeyecektir: Troçkizm Birlik Komitesi’ne (Menşevik Partisi’ne) ve sosyal şovenlere tıpkı, Troçki’nin savaştan önce likidatörlere bağlı olduğu gibi bağlıdır.
Troçki bizimle sadece örgütsel sorunlarda ayrı olduğunu söylemekten hoşlanır. Bu hiç de doğru değil. Parti yapısının biçim ve ayrıntılarını tartışmıyoruz. Devrimci sosyalizm için bugün örgütsel sorunlar yok; bir örgütsel sorun var. Bu, partinin varlığı sorunudur; sosyal demokrat bayrağa alçakça ihanet edip, sosyalizmi sosyal şovenizm şerefsizliğine düşürenlerden partiyi ayırma sorunudur. Burada, yani sosyal demokrasinin oportünizme karşı tutumunda -ki bu İkinci Enternasyonal’in çöküşünün nedenidir- sorunun bam teli bulunmaktadır.” (Zinoviev, “Rus Sosyal Demokrasisi ve Sosyal Şovenizm”, Akıntıya Karşı Derlemesi içinde, Maspero-EDİ yay., c.1, s. 246, 247, 248)
Bu tarifteki Troçki ibareleri çıkarılıp genelleştirdiği takdirde, hem yaşadığımız topraklarda hem de başka yerlerde hiç de Troçkizm etiketi taşımadıkları halde ve Leninizm’e bağlılık iddiaları etmelerine rağmen, bu yolu izlemeye devam edenlerin ne kadar kalabalık olduğunu görmek zor değildir.
Troçkizm’in Aynasında Merkezciliğin Ortak Özellikleri
Komünist Enternasyonal’in kuruluş ve ilk örgütlenme aşamasını ifade eden ilk iki kongresine sosyal demokrasi ve oportünizmin türlü örnekleriyle komünistlerin ayrım çizgilerinin altının çizilmesi ve ayrı bir duruşun vurgulanması damga vurur. Üçüncü ve dördüncü kongrelerde ise, sosyal demokrat ve sosyal şoven olanlar dahil, diğer akımlarla eylemlerde yan yana gelmek üzere girişimleri ifade eden taktiklerin vurgulanması öne çıkar. Bolşeviklerin ‘ayrı dur birlikte vur’ şiarının açıklanıp genelleştirilmesi bu süreçte önem kazanır.
Orta yolcular ve sağlı sollu oportünistler tarafından bu tutum ekseri göz ardı edilmektedir. Bu tutum, oportünizmle uzlaşmadan, düşmana karşı en geniş cepheyle savaşma becerisini edinmeyi ve kendi çizgisinden ve örgütlenme ilkelerinden emin olmayı gerektirir. Leninist bir önderliğin yaratılması için anahtar sorunlardan biri de budur. Bunun için her temel konuda ve güncel gelişmeler karşısında diğer akımlarla ayrım çizgilerini belirgin bir biçimde çekmek ve daima belirgin tutmaya özen göstermek şarttır.
Ama bu şart bir eylem birliği koşulu değildir. Bu şart, esas olarak eylem birliğinin başlıca güvencelerinden biri olan devrimci partinin örgütlenme kriterleri bakımından önemlidir; o örgüte bağlanacak militanlar bakımından ve örgütün Leninist niteliğini korumak için gerekli ve anlamlıdır. Buna karşılık, reformist yahut oportünizme karşılık düşen başka sıfatlarla anılan örgütlerle eylem birliği yapmak için bu koşulu aramak, doktrinerlik denilen sol oportünizm türüne hastır.
Ne yazık ki eylem birliklerini adeta bir parti kuruyormuş gibi hassas kriterler üzerine kurma arayışı içinde olanlar da, bir partiyi eylem birliklerinin içinden çıkarmayı hayal edenler de ne yaşadığımız topraklarda ne de başka yerlerde az değildir.
Oysa doktrinerliğe düşmeme adına ve eylem birliğini sağlama uğruna, farklı ve bilhassa oportünist nitelikler taşıyan akımlarla yan yana gelebilmek için, militan normlarını, parti örgütlenmesinin yapısını değiştirmek ise, bilhassa legalist tasfiyeci denilen oportünizm türünün işaretlerindendir.
Ayrı durmaya devam ederek birlikte vurabilmek üzere her türlü esnekliğe hazır olma tutumunu bir türlü kavrayıp kuşanamayanlar, başka akımlarla birlikte mücadele etme konusunda daima özürlü olmaya mahkum olur. En geniş eylem birliğini sağlama uğruna programatik hedeflerini esnetip, siyasi uzlaşmalar peşinde koşanlar bu hastalıktan kurtulamaz. Troçkist etiketi taşıyan yahut taşımayan muhtelif merkezci akımların sık sık bu tutumlardan kah birine kah diğerine savrulduklarını görmek zor değildir.
Siyasi/ ilkesel uzlaşma ve anlaşmaları eylem birliğinin önüne geçirmek isteyenlerin, siyasi saflıklarını koruma adına en geniş kitleleri seferber edebilecek eylem birliklerini kösteklemeleri yahut bunlardan uzak kalmaları kaçınılmazdır. Bu madalyonun öbür yüzünde ise, ilkesiz uzlaşmalar peşinde sürüklenerek devrimci komünist bir siyasetin temel çizgisini asgari müştereklere kurban etme tutumu yer alır.
Bu kısır döngüden kurtulmadıkça, kah reformist küçük burjuva devrimcisi vb. etiketleri nedeniyle muhtelif akımlar ve peşlerinden gidenler dışlanır ve eylem birlikleri daraltılır; kah birlik adına, aynı etiketlerin yakıştırıldığı akımlarla aynı parti çatısı altında buluşma arayışları da dahil olmak üzere, türlü oportünist ve tasfiyeci birlik projelerinin arkasından usanmadan koşuşturulur.
Bu tutumun kaçınılmaz sonuçlarından biri daha da esnek hareket edebilme kaygısı yahut bahanesiyle, boylu boyunca legalist tasfiyecilik bataklığına uzanmaktır.
Bu tutumun zengin çeşitlemelerinin yaşadığımız topraklarda, bilhassa 80’li yılların sonundan beri, defalarca kendini gösterdiğini fark etmek zor değildir. Ama bu tutumun münhasıran Troçkist çevrelere mahsus olmadığını görmek için de alim olmak şart değildir. Bilakis, bunu görmemek için özel bir tedrisattan geçmiş olmak gerekir ki Bolşevizm’in mirasçısı bir önderliğin olmadığı koşullarda, sol kadroların ezici çoğunluğunun aldığı tedrisat genellikle böyle bir tedrisattır.
Bu yüzden, Troçkist hareketin tarihinde zengin örnekleri görülebilecek bu oportünist merkezci tutumu ayırt etmek için elzem olanların başında, bu merkezci oportünizmin Troçkist etiketi taşıyanlara mahsus olmadığını kavramak gelir. Bilhassa ‘Troçkizme karşı mücadele şampiyonluğuna’ soyunanlar arasından bu gibilerin çıkması da şaşırtıcı olmamalıdır.
Troçki’nin Bir Dönem Bolşevik Saflarda Yer Alması Troçkizm Hakkındaki Efsanelerin Yaşamasına Nasıl Katkı Yaptı?
Troçki, Zimmerwald sürecinde oportünist tutumunu muhafaza etmiş olsa da, Ekim Devrimi’nin arefesinde pek çok başka merkezci kişi ya da çevre ile birlikte geçmişteki hatalarının bilincine vardığını itiraf ederek, Bolşeviklere katıldı. Devrimin zaferinden sonra, Bolşevik Parti’ye katılanlar artacak, bilhassa Lenin’in hastalığından itibaren ve ölümünün ardından bu dalga daha da büyüyüp hem Rusya’da hem de uluslararası düzlemde muazzam bir boyut kazanacaktı.
Troçki 1905’te ilk sovyetin ilk başkanı olduğu gibi, katılmasından itibaren 10 yıl boyunca Bolşevik Parti merkez komitesinde (8 yılı politbüroda) yer aldı; ilk Sovyet Hükümeti’nin ilk Dışişleri Halk Komiseri oldu; sonra Savaş Halk Komiserliği’nin yanı sıra Kızıl Ordu Komutanlığı’nı üstlendi; Komünist Enternasyonal çerçevesinde bir dizi işlevi yerine getirdi.
Arşivlerde, fotoğraflarda vb. yapılan tahrifatlara ve belleklerden silinmesi yönündeki muazzam çabalara rağmen bu olguların üstü örtülememiştir. Troçki’nin hataları ve yanılgıları da bunları tümüyle gölgelememiştir. Bilakis üstlendiği bu görev ve sorumlulukların hatırası, Troçki’nin siyasi yaşamına damga vuran orta yolcu oportünizmi Bolşevizm kisvesi altında sürdürmesine katkı sunmuştur. Aynı tutumu hiç de Troçkizm etiketini taşımadan sürdürenler de hiç eksik olmamıştır.
Bu sayede Lenin’den sonra Bolşevik Parti’de ve Sovyet Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, Komünist Enternasyonal’de de sorunların baş göstermesi karşısında pek çok çevre ve militan yüzünü önce başını Troçki’nin çektiği Rusya’daki Sol Muhalefet’e, sonra da Uluslararası Sol Muhalefet’e dönmüştür. Ama bu durumun hayırla anılacak sonuçlar doğurmadığı da çok açıktır.
O dönemin önemli ve deneyimli çok sayıda militanı bu süreçte etkisiz hale gelmiştir. Kah oportünist partilerin içinde deşifre olarak telef olmuş, kah güya doğrultmayı hayal ettikleri sağ oportünizme ve merkezciliğe savrularak işlevsizleşmiştirler.
Elbette Troçki, Ekim Devrimi ve iç savaş sürecinde olduğu gibi, Komünist Enternasyonal’in kuruluş sürecinde de Bolşevik çizgiye uygun bir tutumu korumuştur. Bunu Troçki’nin bir kerameti zannedenler az değildir. Hatta Lenin’den sonra Leninizm’in savunusunu Troçki’nin üstlendiğini savunan Troçkistlerin başlıca dayanakları arasında Troçki’nin yaşam serüveninin bu kısa kesiti önemli bir yer tutar. Bunu teyit eden güya bağımsız akademisyenler de az değildir.
Sonrasında Troçkizm tabusunun nispeten bulanıklaştığı koşullarda, doğrudan doğruya Troçki ve Troçkizm’e kulak verenlerin veya dolaylı yollardan yüzlerini aynı yöne çevirenlerin artmasında da bu etkenin rolü ihmal edilemez. Tıpkı Rosa Luxembourg ve yoldaşlarının Komünist Enternasyonal’in ilk şehitleri olarak anılmasının veya Karl Liebknecht’in savaş karşısındaki tutumunun onların bir komünist partinin zamanında kurulmasına engel olan tereddütlü merkezci tutumunu unutturduğu gibi…
Oysa, Bolşevik Parti saflarında olduğu dönem boyunca Troçki’nin o çizgide durmasında onun kişisel meziyetlerinden çok, Bolşevik Parti’nin bağrında oportünizme ve merkezciliğe müsaade etmeyen yapısı belirleyicidir. Troçki’nin parti çizgisine bağlı kalmadığı takdirde asla orada duramayacağından da kuşku duymamak gerekir. Nitekim partinin Leninist karakterinin bozulmasına paralel olarak, oportünist eğilimlerin giderek etkili olduğu bellidir. Bu disiplinin gevşemesiyle ve nihayet tümüyle partinin dışında kalmasıyla Troçki’nin de yeniden önceki tutumunu benimsediğini görmek zor değildir.
Devrimci örgüt dışında devrimcilik yapılabileceği düşüncesi yaygın bir yanılsamadır. Bu yanılsama, Leninist parti modelinin bizatihi bir devrimci etken olduğunu kavramamaktan ileri gelir. Devrimci niteliği devrimci bir örgüt dışında da edinilip korunabilecek bir nitelik olarak algılama kusurundan ötürü, pek çok militan şu ya da bu konjonktürde, şu ya da bu nedenle devrimci örgütlerin dışına çıkma ve orada kalarak devrimci bir niteliği koruma eğilimine kolaylıkla kapılmaktadır. Bu kusur aynı zamanda devrimci bir partinin bağrında oportünist unsurları öğütme kapasitesini de küçümsemeyi de peşinden getirir. Bu takdirde de, belli bir anda, şu ya da bu konuda bir oportünist fikri ifade eden bir unsurun yahut eğilimin herhangi bir devrimci parti içinde baş göstermesini bu partinin niteliğinin onulmaz biçimde değiştiğine hüküm vermek işten bile değildir.
Oysa bu yargının saçmalığını görmek için, Ekim Devrimi’ne öngelen süreçte, Bolşevik Parti Merkez Komitesi’nde ayaklanmaya ilişkin tartışmaları hatırlamak yeter de artar. O zaman Zinoviev, Kamenev veya Troçki’nin bu konudaki tutumlarının yanlış ve hatta ölümcül sonuçlara gebe olduğu sonradan açıkça görülmüş ve muhtelif başka deneyimlerle de teyit edilmiştir. Bu tutumlarda ifade bulan tereddütlü ve merkezci tutum barizdir.
Ama bu gerçek, ne Bolşevik Parti’nin niteliğini sorgulamayı gerektirir ne de Ekim Devrimi’nin akıbetini etkilemiştir. Buna karşılık, bu konudaki görüş ayrılığına kıyasla bir teferruat gibi algılanabilen aynı aşamadaki bir başka tutum ekseri unutulur: Lenin, iktidarın alınması konusundaki derin görüş ayrılığı nedeniyle değil, parti disiplininin çiğnenmesi nedeniyle bu merkez komite üyelerinin ihraç edilmesini talep etmişti. Zira Zinoviev ve Kamenev partinin kural ve geleneklerini çiğneyerek bu tartışmayı başka yayınlara (somut olarak Gorki’nin gazetesine) yansıtmışlardı. Sonuçta Lenin’in bu önerisi kabul görmedi ve Zinoviev ile Kamenev’in yerlerinde kalması da Bolşevik Parti’nin Ekim Devrimi’ni zafere ulaştırmasına engel olmadı.
Bu durum da göstermektedir ki, o süreçte ne Zinoviev ve Kamenev gibi kritik aşamalarda yanlış tutum benimseyenlerin Merkez Komitesi’nde yer almış olması ne de Lenin’in kimi çok önemli önerilerinin kabul görmemiş olması, Bolşevik Parti’nin niteliğini değiştirmiş değildir. Tersine belirleyici olan partinin devrimci niteliğidir; bu nitelik Bolşeviklerin ilk muzaffer proleter devrime önderlik etmesini sağlamaya yetmiştir.
Troçki’nin de Bolşeviklere katılmasından sonra pek çok katkıları olduğu gibi, birçok kritik sorunda, Zinoviev ve Kamenev gibi, hatalı tutum ve önerileri olduğu besbellidir. İktidarın alınması aşamasındaki önerisi, Brest Litovsk Anlaşması sırasında Sorumlu Halk Komiseri olduğu dönemdeki tutumu, sendikalar konusundaki yanlış önerileri vb. bunlara örnektir. Ama ne bunlar onun Bolşevik Parti saflarında önemli sorumluluklar üstlenmesine ve önemli işlevleri yerine getirmesine engel olmuştur ne de onun varlığı Bolşevik Parti’nin niteliğinin değişmesine yol açmıştır.
Troçki’nin bilhassa 1920’li yıllardan itibaren ve hayatının sonuna kadar izlediği tutuma damga vuran çizgi de, ana hatlarıyla daha önceden izlediği merkezci/uzlaşmacı oportünist çizgiden esasta farklı değildir. Ama Lenin zamanında mutlak tasfiyeci sonuçları önlenen bu tutum, Bolşevik Parti’nin Leninist çizgisinden uzaklaşmasına ve Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongre çizgisinden kopmasına koşut olarak, daha derin tasfiyeci sonuçlar doğurmuştur. Zira Lenin’in uzlaşmaz çizgisinin damga vurduğu dönemde oportünist ve tasfiyeci eğilimlerin zararlı etkisi sınırlanabildiği halde, sonrasında durum aynı değildir.
Bolşevik Bir Önderliğin Olmadığı Koşullarda Merkezcilik Boy Verir
Leninist çizginin mirasçısı olan bir devrimci önderliğin olmadığı koşullarda tasfiyeciliğin yaygınlaşması ve oportünizmin sınıf mücadelesini kösteklemesi daima kaçınılmazdır. Proleter devriminin zaferi ve sürekliliği için olduğu gibi, oportünizme karşı mücadelenin etkili ve kalıcı olması için de Bolşevizm’in mirasçısı bir devrimci partiye ihtiyaç vardır.
Bu etkenin eksikliğinin damga vurduğu koşullarda Troçkist hareketin muhtelif türevleri, değişik dönemlerde, farklı ülkelerde, çeşitli kılıklarda Menşeviklerle birleşerek, merkezcilerden kopmayı sürece havale ederek, merkezci bir çizgiyi sistematik bir tutum haline getirmiş ve türlü çeşitlemeleriyle zenginleştirmişlerdir.
Troçkizm’e karşı mücadele iddiasıyla ortaya çıkan muhtelif akımların da aynı doğrultuda katkıları olmuştur. Öyle ki bu çeşitlilik içinde sağ ve sol oportünizmden kopma eğiliminde olan pek çok devrimci eğilimin beslenebileceği ve beslediği hatırı sayılır bir cazibe alanı oluşmuştur.
Nitekim pek çok akım ve militan; doğrudan doğruya Bolşevizm’in ve Komünist Enternasyonal’in kaynaklarından yararlanmak yerine (kendilerine daha somut ve güncel göründüğü için olsa gerek) kimi Troçkist yazar ve çevrelerden yahut bunlardan beslenen kimi sözde bağımsız tarihçilerden yararlanarak aynı merkezci oportünizmin tuzağına düşmektedirler. Kimileri de bu bakımdan Troçki’nin tutumundan daha hayırlı olmayan Rosa Luxembourg vb.’nin merkezci tutumlarını kılavuz edinme eğilimindedir. Yahut bunlara karşı mücadele etme iddiasındaki oportünist merkezlere bağlanma eğilimi yaygınlaşmaktadır.
Yaşadığımız topraklarda da özellikle 1980 sonrası süreçte bu eğilimlerin çeşitlerinin kendilerini bir hayli çarpıcı biçimde gösterdiğini görmek zor değildir.
Troçki’nin ve Troçkizm’in yanı sıra muhtelif oportünist eğilimlerin tasfiyeci çizgisinin ibretle gözlenebileceği asıl süreç, Lenin’in ve Bolşevizm’in mirasına sahip çıkan bir komünist önderliğin olmadığı dönemdir. Hem Troçkizm’in hem de Troçkizm’e karşı mücadele etme iddiasıyla ortaya çıkan başka oportünizm türlerinin tasfiyeci sonuçlar doğuran tutumları, bu koşullarda doruk noktasına çıkmaktadır.
Bu sürecin toplam sonucu bir yanda Komünist Enternasyonal’in fiilen ve sonrasında resmen tasfiye oluşuna, beri yanda da komünist bir dünya partisi kurma iddiasıyla bu hedefe giden yolun önünün kesilmesine varmıştır. Bu nedenledir ki hala bu hedefe ulaşmak komünistlerin önündeki öncelikli ödevdir. Aynı nedenle, böyle bir partinin olmadığı koşullarda oportünizmin türlü çeşitleri birbirleriyle ‘oportünizme karşı mücadele’ adı altında dalaşırken türlü oportünist akım ve eğilim boy göstermeye devam etmektedir.
Oysa oportünizme ve revizyonizme karşı oportünizmin bir başka türünün peşinde mücadele edilemeyeceği, en çarpıcı görünümleriyle Leninist bir önderliğin olmadığı koşullarda kendini göstermektedir.
Oportünizme Karşı Bir Başka Oportünist Çizgiyi Takip Ederek Mücadele Edilemez
Troçki’nin kendisi gibi, Troçkistler de merkezci oportünizmin nasıl tasfiyeci sonuçlar doğurduğunu kavrayamama özründen kurtulamazlar. Anti-Troçkist olanlar ise tasfiyecilikle mücadeleden çok, Troçkist etiketi yakıştırdıkları yahut bu etiketle anılmasalar bile benzer biçimde mütalaa edilen eğilimleri tasfiye etme konusuna yoğunlaşırken asli ödevlerinden uzaklaştıklarını fark etmeyip üzerini örttükleri ölçüde aynı değirmene su taşımaktadırlar.
Oportünizm konusundaki başlıca yanılgılardan biri onun münhasıran iktidarın ele geçirilmesi aşamasında veya belli başlı siyasi sorunlar karşısında kendini gösteren bir sapma olduğuna inanmaktan ileri gelir. Örgütsel sorunların da politik sorunlar olduğunu unutanlardan Rosa Luxembourg; Rus sosyal demokratları arasında örgütsel sorunlar hakkındaki tartışma ve ayrışma baş gösterdiğinde ‘örgütsel sorunlar hakkında oportünizm nedir anlamıyorum’ diyerek bu kavrayış eksikliğini itiraf etmişti. Troçki de hayatı boyunca bu kavrayış kıtlığından muzdarip olmuştur.
Ama bu sorun sadece oportünizm hakkında bir kavrayış eksikliği anlamına gelmez. Aksine esas olarak ‘bağrında oportünizme yer vermeyen ve işçi sınıfının tümünü kucaklamayı hedeflemeyen, kendini sadece profesyonel devrimci militanlarla sınırlı tutan bir parti’ anlayışı konusunda, yani Leninist parti anlayışı konusunda bir kavrayış eksikliği demektir.
Nitekim SBKP, SSCB veya Komünist Enternasyonal’in gidişatı hakkındaki Troçkist eleştiri ve uyarılar hiçbir zaman Leninist parti anlayışının terk edilmesine dair eleştiri ve uyarıları kapsamadı. Troçkistlerin Lenin sonrası dönemde örgütsel konulara ilişkin eleştirileri daima demokrasi eksikliği, bürokratizm, ikamecilik, Jakobenizm vb. kavramlar etrafında şekillenmiştir. Rosa Luxembourg’unkiler de öyle. Başkalarının benzer değerlendirme ve eleştirilerine de aynı hassasiyet ve kuşkuyla yaklaşmak herhalde gereklidir.
Ama ilginçtir ki, Lenin parti anlayışını ilk dile getirdiğinde onların yaptıkları eleştiriler de bu çerçevedeydi. Bu bakımdan, Lenin’in ardından Troçki’nin partinin yapısı ve gidişatı hakkında yaptığı eleştiriler, Leninizm’in savunusundan ziyade, büyük ölçüde kendisinin Leninizm’e yönelttiği eleştirilerin (Jakobenizm vb. kimi terimlerden arındırılarak ve Leninizm’in savunusu kisvesi altında) tekrarını andırır. Zaten Rus Devrimi’nin akıbeti üzerine tahlil yapan pek çok tarihçi de bu ilk tartışmadan hareketle, Troçki’nin yüzyılın başında yaptığı kehanetin gerçekleştiğinden söz etmekte sakınca görmemektedirler.
Troçki Lenin’in parti modeline karşı ilk polemiğinde bu modeli eleştirirken, ‘partinin sınıf üzerinde, merkez komitesinin parti üzerinde ve sonuçta tek bir kişinin hepsi üzerinde diktatörlüğüne varacağını’ söylemişti. Sonradan kehanet diye adlandırılan bu tespitti.
Doğrusu SSCB ve SBKP’nin evrimine ve akıbetine yönelik liberal veya liberter eleştirilerin büyük kısmı da buna benzer değerlendirmelerde buluşmaktadır. Oysa bu, Ekim Devrimi’nin zafere ulaşması ile onun rayından çıkmasını aynı kefeye koymayı ve kopuşsuz tek bir süreç olarak ele almayı gerektirir. Victor Serge’in benzer bir tartışmada söylediği gibi, ‘morgdaki kadavra üzerinden elde edilen bulgularla canlının kim olduğu hakkında hüküm vermek’ gibi bir işlemdir. Her halükarda bu tür bir işlem sonucunda varılabilecek sonuç son tahlilde ‘böyle bir partiyle bu devrime kalkışmamak gerekirdi’ türünden bir sonuç olabilir. Oysa zaten bu tür görüşler Ekim Devrimi öncesinde ve sonrasında oldukça yaygındı; günümüze kadar da benzer kritik dönemeçlerde hiç eksik olmamıştır. Şu ya da bu gerekçeyle bir devrime kalkışmamak gerektiği fikrinin bir devrime ne katabileceği sorusu ise hiç gündeme gelmez. Oysa Lenin’in kalkış noktası tastamam bu sorudur: devrimin bize neler öğrettiğinden ziyade bizim devrime neler öğretebileceğimiz/katacağımız önemlidir…
Yine de Ekim Devrimi’nin akıbetinin başlıca sorumluluğunu, benzer nesnel koşulların pek çok yerde hatta bazen ziyadesiyle bulunmasına inat, bu devrimin gerçekleşmesini sağlayan biricik belirleyici etken olan Lenin’e ve onun parti anlayışına yükleme eğilimi oldukça revaçtadır. Bu değerlendirmeyi paylaşanlar sık sık Troçki ve Rosa Luxembourg’un yirminci yüzyılın başlarında Lenin’in parti modeline yönelik eleştirilerinden de esinlenip destek almaktadırlar.
Troçkistler Liberal Akımlardan Kendilerini Ayırt Edemezler
Her ne kadar Troçki 1903-1905 döneminden sonra bir daha bu ilk eleştirilerini yeniden ele alıp 53 kullanmadı ve Stalin döneminden Lenin’in parti anlayışını sorumlu tutan bir tek satır yazmadıysa da, oldukça geniş kapsamlı eserleri içinde bu konuda bir özeleştiriye de rastlanmaz. Bu nedenle olsa gerek, Lenin’in ‘profesyonel devrimciler örgütü’ olarak tarif edilen parti anlayışının açık seçik tanımı ve savunusu da orada bulunmaz. Aynı nedenle, Troçkist akımlar içinde liberal Leninizm eleştirilerinin etkisi de hayli fazladır.
Bir kez Troçkistlerin ‘Stalinizm’ diye vaftiz ettikleri oportünist eğilim; ‘bürokratizm, ikamecilik, tepeden inmecilik, tek şef diktatörlüğü’ vb. terimlerle tanımlamaya başlandı mı, aynı sıfatları genel olarak Bolşevizm için kullanan liberal ve liberter çizgilerden ve genel olarak karşı-devrimci burjuva ideolojisinin terimlerinden kendini ayırt etmek güçleşir, hatta imkansızlaşır. Kaldı ki Troçki’nin Lenin’in örgüt modeli hakkında 1900’lü yılların başında yaptığı eleştirilerin de aynı terimleri içermesi, bu güçlüğü katmerli hale getirmektedir. O nedenle söz konusu olan ‘Stalinizm’ hakkındaki tartışmalar olduğunda Troçki ve Troçkistler sık sık liberal veya başka burjuva akımlarla aynı safa düşmektedir.
‘Peki hırsızın hiç mi suçu yok?’ diye soruyor Troçkistler. Bu Nasreddin Hoca masallarında sorulabilecek bir sorudur; üstelik hırsızın kim olduğu konusunda bir çarpıtmayla maluldür.
Pek çok Troçkist düşünür yahut çevre Dördüncü Enternasyonal geleneğine bağlı örgütlerin başarısızlığını kah nesnel koşullarla, kah ‘Stalinistlerin tertip ve saldırılarıyla’ açıklama eğilimindedir. Oysa bu iki bahanenin ardında yatan da başlıbaşına birer yanılgıdır.
Her şeyden önce, devrim sorununu nesnel koşullara bağlamak İkinci Enternasyonal’in mekanik evrimci bakış açısının bir ifadesidir. Troçki’nin sürekli devrim teorisi de bugün Türkiye’de ‘sosyalist devrim’ perspektifini savunanlar gibi bu hatayla maluldür. Devrimde nesnel koşulların belirleyiciliğine dayanan ve öznel etkenin belirleyici rolünü küçümseyen bu bakış açısı Troçkist etiketi taşıyan taşımayan pek çok akımın ortak kusurudur. Ama Troçkist hareket söz konusu olduğunda bu bakış açısı bir başka yanılsamaya daha hayat vermektedir. Troçkistler başarısızlıklarını daima nesnel koşulların elverişsizliği ile açıklama alışkanlığına sahiptirler.
Buna karşılık bazen da tamamen öznelci bir başka yanılgıya savrulurlar. Bu başarısızlığı ‘Stalinizm’in marifetleriyle’ açıklamak adeta burjuva diktatörlüğü nedeniyle bir devrime önderlik edememekten söz etmek gibi bir tutumdur ve esasen devrimcilikle alakası pek azdır. Öte yandan bu başarısızlık nesnel koşullardan çok, bu hareketin kurucularının ve takipçilerinin öznel zaaflarıyla ilişkilidir. Bu zaaflar örgütsel sorunlarda baştan beri merkezci bir tutum; felsefi sorunlarda Avrupamerkezci determinist bir anlayış; politik sorunlarda ise sol sosyal-demokratlıkla ve/veya popülizmle Bolşevik çizgi arasında salınan bir merkezcilik olarak somutlanabilir.
Troçkizm’i sadece bir tür ‘Stalin karşıtlığı’ olarak tarif etme kolaylığına alışmış olanlar için bu tarif anlamsız gelebilir. Oysa Troçkizm’in de bir türü olduğu merkezci oportünizmin bu biçimde tarif edilmesiyle Troçkist olma iddiasında olmayan, hatta aksini iddia eden pek çok akımın da aynı çerçevede tasnif edilebileceği görülebilir. Nitekim bunun somut örneklerini görmek için büyük gözlüklere ihtiyaç yoktur.
Hatta seçimler vb. durumlarda yahut anti–emperyalist sözüm ona enternasyonalist kampanyalar çerçevesinde pek çok merkezci oportünist akımın bu tür ortak paydalarda Troçkistlerle aynı çizgide buluşabildikleri ve/veya ittifak halinde bulundukları da görülmemiş bir şey değildir.
Burjuva diktatörlüğünü alaşağı etmek ve emperyalizme karşı mücadele etmek iddiasıyla yola çıkıp, ondan sonra bu hedefe doğru ilerleyemeyişlerinin bahanesini Stalinistlerin baskılarıyla açıklayanların devrimci bir iddianın taşıyıcısı olmaları mümkün değildir.