[Bu yazı KöZ Gazetesinin Ocak 2002 tarihli 20. sayısında yayımlanmıştır.]
Afganistan’daki savaş beklenenden çok daha çabuk başlayıp bitmişken ve TC harıl harıl Orta Doğu’da kaynatılmaya hazırlanan kazana ateş yetiştirmeye zorlanırken sona erdi 2001 yılı. Ama devrimciler ne ilk evresi sona eren Afganistan’daki savaşı, ne de yaklaşan Irak’taki savaşı düşünecek durumda değildi. 2002 yılı, hala sonu gelmeyen zindan direnişleri, ölüm orucunda geçen 400’lü günlerin ve yitirilen onlarca devrimcinin güler yüzlü hatıralarının ağırlaşan yüküyle yaklaşıyordu. 2001 yılının sonu karabasan gibi geliyordu. Çünkü 2001’i geride bırakmadan evvel 19 Aralık saldırılarını ve o saldırıya karşı gösterilen direnişi her birinin hak ettiği biçimde anmak gerekiyordu. 19 Aralık gününün hakkının verilemeyeceği öncesinden belli olmuştu; verilemedi.
Ama adeta inadına, tam aynı gün, çok ötelerde bir başka 19 Aralık peydah oldu. Arjantin’in 19 Aralık’ı Türkiye’deki devrimciler için karabasan gibi yaklaşan 19 Aralık gününün üzerini örtüverdi. Düzenin ayıplarını nasıl örteceklerini düşünen, insansever burjuva aydınlarını bu zahmetli ve beyhude çabadan kurtaran bir yardım eli gibi gündeme oturdu.
Gazi’den Ders Çıkaramayanlar Arjantin’den Öğrenemez
Arjantin’deki eylemleri kavrayabilmek için kendi deneyimlerimizin ışığına ihtiyaç vardır. Arjantin’de olanların yaşadığımız topraklarda tekrarlanıp tekrarlanmayacağını anlamak için, orada ayaklananların kimler olduğuna bakmak ve yaşadığımız topraklardaki sınıf kardeşlerinin arasına karışmak yeter. 96 1 Mayıs’ında kendi diktiği veya suladığı laleleri çiğneyenleri; ertesi gün yenisini takmak veya silmek için kendisine iş düşecek olan vitrin camlarını tuzla buz edenleri, öfkesini hiç işinin düşmediği bankamatiklerden alanları görünce, Arjantin’deki süper marketlerde ilk toplu kamulaştırma deneyimini yaşayan emekçileri yakından tanımak mümkün olacaktır. Ancak o zaman onlara önderlik etmek için nasıl bir partiye ihtiyaç olduğunu kavramak da o partiyi yaratmak ve onun önderliğinde Arjantin’de yaşananları aşan bir yükselişin mimarları olmak mümkün olacaktır. O zaman «1 Mayıs’ta Laleleri çiğnediler!» diye hayıflananlarla, Arjantinli emekçileri «yağma yok» diye azarlamaya cüret edenlerin aynı kumaştan olduğunu anlamak da kolaylaşır. «Gazi’de işçi sınıfı yoktu!» diyenlerle «Arjantin’deki eylemlerin eksiği emekçi hareketinin disipliniydi» vb. saptamalar yapanların akrabalıkları açığa çıkar.
Bolşevizmin Pusulasından Vazgeçenler de Arjantin’den Öğrenemez
Arjantin’e bakıp «bıçağın kemiğe dayanacağı» günlerin hayalini kuran devrimci akımların sandığının aksine, Arjantin örneği imrenilecek bir durum değildir. Ne kadar büyük ve cüretli eylemlere imza atsalar da, ne kadar geniş yığınların önünde yürüseler de, Arjantinli devrimcilerin pusulası yanlıştır. Siyasal iktidar sorununun gündeme oturduğu her dönemeçte kah gözü peronistlere, popülistlere takılan, kah «sol cephe»lerde reformistlerle muhtelif kılıklara girerek kırıştırmaktan usanmayan ve önünde sonunda toplumsal muhalefet havuzunun müdavimi olmakta karar kılan troçkist geleneğin mirasçısı olan Arjantinli devrimcilerden öğrenmeye niyetli değiliz. Arjantin eylemleri muhalif eylemler olarak kalmışlar, bu eylemler sırasında devrimci bir parti iktidara talip olmamıştır. İki hafta içerisinde beş tane başbakan değişmesi burjuvazinin tam da yönetememe krizi içinde olduğunun bir göstergesidir, kitlelerin eskisi gibi yönetilmek istemediği de ortadadır. Arjantin’de devrimci bir partinin eksikliği daha yakıcıdır ancak bu eksikliği hissedip bunu doldurmaya çalışan bir perspektifin olduğu da şüphelidir. Bu yüzden bolşeviklerden öğrenmek hala ve daima daha yararlıdır.
Kim Ne Dedi?
2001 yılı sona ererken Arjantin’de baş gösteren emekçi ayaklanması karşısında herkes üç aşağı beş yukarı kendisinden beklenen tepkileri verdi. Burjuva partileri ve medyanın bülbülleri adeta tahtaya vurup, kulak memelerini tutarcasına, «allah göstermesin!» anlamına gelen sözler ettiler. Yıllardır bir genel grevin böyle bir ayaklanmaya dönüşmesinin hayalini kuranlar da; bu tür bir ayaklanmanın önünü kesmek için genel grev olsun isteyenler de Arjantin’deki gelişmeleri buruk bir sevinçle karşıladılar.
EMEP
Sendikacıların kuyruğunda reformist siyaset arayışları içinde olanlar, bu başkaldırının haklı ve kaçınılmaz bir tepki olmakla birlikte, yanlış yöntemlerle, örgütsüz, disiplinsiz ve düzensiz oluşundan yakındılar. Bu durumu açıklamak için eylemlere damga vuranların sendikalı fabrika işçileri olmayışına dikkat çektiler. Eylemlerin içinde kimi troçkist örgütlerin ve küçük burjuva akımların yer almasını da bu «sosyal durumun» bir işareti olarak gördüler.
Örneğin EMEP’li İ.Çaralan, 25 Aralık tarihli Evrensel’de Arjantin’de bir «halk ayaklanması» olduğunu söylüyor; ama «ayaklanmayı köklü bir düzen değişikliğine götürecek girişimlerin belirtilerinin henüz görülmediğine» dikkat çekiyor. Yine de Arjantin’de olanların öğretici olduğunu vurgulamak istiyor. Aynı gazetenin bir başka sayfasında ise, işçilere akıl verdiği köşesinde Seyit Aslan, «TV’lere yansıyan yağmalanmış dükkan görüntülerinin» «bu eylemlere gölge düşürdüğünü» söyleyerek Arjantin’den çıkarılması gerektiğini düşündükleri dersin ne olduğunu belli ediyor. Daha önce Gazi Ayaklanması, 1996 1 Mayıs’ı vb. eylemler karşısında da bu reformistlerin aynı tepkileri verdikleri hatırlanırsa Arjantin’den yahut her hangi bir başka deneyimden bir şey öğrenmeyle niyetleri olmadıklarını anlamak zor değil. Aksine bunların her gelişmeden kendi seçtikleri yolu cilalamak için yararlanmak istedikleri bir kez daha belli olmaktadır.
SİP-TKP
Yeni yıla Avrupa meclislerinde dikilmiş TKP kıyafetiyle giren SİP de Arjantin’de olanlara geniş yer ayırdı. Başka reformistlerden jakobenlik, radikallik konusundaki vurgularıyla kendini ayırt etmeye özen gösteren SİP’in bu gelişme karşısında suskun kalması elbette beklenemezdi. Ama SİP güya Arjantin’deki ayaklanmanın yanındaymış edasıyla hareket ederken, hortumculara ve vurgunculara karşı ileri sürmekten hoşlandığı sloganı manşet yapıyor: «yağma yok sosyalizm var!» (soL sayı 165). İyi niyetle bu manşetin aslında olanlar bir yağma hareketi değil, sosyalizm yönünde bir hareket olduğunun kastedildiğini düşünmek mümkün. Ama o zaman Susurluk çetelerine, vurgunculara, özelleştirmecilere karşı aynı sözlerle çıkmak ne anlama geliyor olacak? Zaten soL aynı sayısında marketleri yağmalayan emekçileri «gelecekten hiçbir umudu kalmamış Arjantinliler» diye takdim ederek kendilerine biçtikleri misyonu ilan ediyor: «Türkiye’de böyle bir çaresizliğe düşülmesine sol izin vermeyecek». Yani SİP, biz Türkiye’de böyle bir sosyal patlamanın olmasına izin vermemek için çalışıyoruz mu demek istiyor? Devrim kitlelerin düzen sınırlarında çarelerin tükendiğini kavradıkça yaklaşır; düzeninin çaresizliğine düzen dışında bir çare sunan bir devrimci önderlik sayesinde gerçekleşir. Arjantin’de çaresiz olan dükkanları yağmalayan emekçiler değil bunu önleyemeyen sermaye düzenidir.
Devrimci Basında Arjantin
Beklenebileceği gibi öne çıkarabileceği kendilerine ait başarıların kıtlığından muzdarip olan devrimci akımlar da Arjantin’deki gelişmeleri tıpkı Göteborg, Seattle, Cenova vb. eylemlere yaklaştıkları gibi selamladılar. Daha kötüsü Arjantin’deki ayaklanmayla Cenova vb. eylemleri birbirleriyle özdeşleştiren bir tutum gösterdiler. Oysa Cenova eylemleri sırasında, Arjantin’deki genel greve dikkat çekerken, KöZ’ün arkasında duran komünistler Arjantin’deki eylemlerin sınıf temeline dikkat çekerek, diğerlerini bu eylemden ayırt etme gereğine işaret etmişti. Şimdi de aynı
vurgu önem taşıyor.
Arjantin’de harekete geçen yığınlar işçi sınıfının en çok sömürülen ve en dinamik kesimleridir. Küreselleşme karşıtı protesto eylemleriyle birbirine karıştırılmaması gereken yönü burasıdır. Buna karşılık eylemlerin kimler tarafından ve nasıl gerçekleştiğine bakmadan sadece dış görünüşlerine bakarak, polisle çatışma, kitlesellik vb. özellikleri üzerinden birbirlerine benzeştirilmesi bu eylemler arasındaki asıl belirleyici ayrımların ve benzerliklerin gözden kaçmasına yol açar.
Arjantin’de gerçekleşen ayaklanma hem sosyal bileşimi hem de yöneldiği hedefler bakımından Seattle-Davos-Cenova çizgisinde gelişen eylemlerden ayırt edilmelidir. Ama siyasal sonuçları bakımından kaderlerinin farklı olmayacağının da altı çizilmelidir. «Madem ki sonuçları aynıdır o zaman ince eleyip sık dokumanın ne gereği var?» sorusu elbette anlamsız değildir. Ama bu sorunun yerinde olup olmadığı, farklı eylemlerin neye göre ayırt edilip neye göre birleştirildiği belirtildiğinde netleşir. Cenova ve Arjantin’deki eylemleri bir kefeye koyanlar bu eylemlerin hedeflerini ve öznelerini ihmal ederek, adeta sergiledikleri görüntülere bakarak benzerlik kurmaktadır; yanlış olan da budur. Ayrım koyarken komünistler bu eylemlerin sınıfsal/toplumsal niteliğine bakarak koymaktadır; önemli olan da budur. Siyasi akıbetleri bakımından kendiliğinden eylemleri birbirlerine benzeştirmek yahut ayrıştırmak ise abestir. Çünkü, kendiliğinden, yani devrimci bir siyasal önderlikten yoksun olarak gelişen kitle eylemlerinin dolaysız siyasal sonuçları olmaz. Aynı nedenle genel grevler, yol işgalleri, polisle çatışma, süper marketlerin yağması vb. kitle eylemleri kendi başlarına devrimci eylemler olarak algılanmamalıdır. Bu tür gelişmelerden devrimci sonuçların kendiliğinden çıkması beklenmemelidir. Hatta bu tür deneyimlerden teorik dersler çıkarmak için bile bilinçli ve yönlendirilmiş bir çabaya ihtiyaç vardır.
Demek ki, Arjantin vb. deneyimlerden devrimci dersler çıkarmak için bile sınanmış bir kılavuza ve bu kılavuzu takip etmeye kararlı devrimci militanların oluşturduğu bir devrimci örgüt şarttır. Bugüne kadar Ekim devrimine hayat veren Bolşeviklerinkinden iyi bir rehber yaratılabilmiş değildir. Bu kılavuz Komünist Enternasyonal’in kuruluş belgelerinde
teorik-politik bir ifadeye kavuşmuştur. Ondan iyisine ulaşmak için bile bu rehberi kuşanmak şarttır.
Bir bakıma Arjantin kendi Şubat Devrimini yaşamaktadır; ama bu evrenin Ekim Devrimiyle taçlanması için zorunlu olan koşul, yani Bolşevik bir önderlik eksiktir. Hükümetleri alaşağı etmeyi beceren Arjantinli emekçilerin en acil ve yakıcı ihtiyacı budur, Arjantinli komünistlerin birinci ödevi de bu ihtiyaca yanıt olacak partiyi yaratmaktır. Böyle bir partiyi yaratmak için en önemli koşulların başında, kendiliğinden (yani devrimci bir partinin önderliğinde olmayan) gelişmelere kapılmadan, sağa sola sapmadan ve oportünistlerin hiçbir çeşidiyle kırıştırmadan bu hedef doğrultusunda bir biçimde yol almaktır.