Bu yazı Ekim 2004 Tarihli Proleter Devrimci KöZ’ün 22. sayısında yayımlanmıştır.
Bundan 5 yıl önce, 26 eylül 1999 günü sabaha karşı, daha çok Ulucanlar hapishanesi diye bilinen Ankara Merkez Kapalı Cezaevinin 6. ve 7. koğuşlarına daha önce görülmemiş kapsamda bir saldırı oldu. Daha önce görülmedik çapta bir direnişe rağmen 6-7 saat içinde saldırıya uğrayan koğuşlar enkaz haline geldi. Bu operasyon sırasında çoğu önceden isimleri belirlenmiş devrimciler olmak üzere 10 devrimci katledildi onlarcası sakat kalacak şekilde yaralandı geri kalanları da çok ağır işkencelerden geçirildikten sonra değişik cezaevlerine dağıtıldı.
Bu saldırıyı yaşayanlardan biri o zaman saldırıyı şöyle anlatmıştı:
“Arama yapma” gerekçesiyle, hiçbir uyarı yapılmaksızın devlet tarafından operasyon başlatıldı. 10 kişinin katledildiği, onlarca kişinin ağır yaralandığı katliam şöyle gelişti: Katliamdan yarım saat önce hayatımızdan endişe eden ve bunun için bir haftadır hapishanenin karşısındaki parkta sabahlayan ailelerimiz gözaltına alındı. Jandarma Alay Komutanlığı’na ve Özel Tim Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Robokop Polisler tarafından başlatılan operasyonda önce 6. ve 7. koğuşun çatıları delinerek içeriye yoğun miktarda gaz bombası atılırken, bir yandan da ağır silahlarla koğuşlar taranıyor ve Büyükşehir Belediyesi’ne ait itfaiye araçlarından köpük sıkılıyordu. Birçoğumuz ilk ateşle yaralanırken iki arkadaşımız da kulelerden açılan bu ateşte öldürüldü. Gece 04.00’te başlayan bu saldırı ve katliam sabah saat 10.30’a kadar koğuşların ve barikatın dışında ateşle sürdürüldü. İtfaiye araçlarından sıkılan köpüklerin boyumuzu aşacak kadar yükselmesi ve boğulma tehlikesi oluşması nedeniyle geriye kalan 9-10 kişi koğuşlarımızdan çıkarak havalandırmaya doğru yürürken bizi bekleyen yüzlerce Robokop ve Özel Jandarma Timleri’nin coplarla, kalaslarla, kancalı demir çubuklarla ve dipçiklerle saldırısına uğradık. Tamamı yaralı olan bizler buradan 500 metre uzaktaki hamama kadar dövülerek ve sürüklenerek götürüldük. Ölüler ve yaralıların tamamı üst üste yığıldı. İşkencehaneye dönüştürülen hamamda çok organize bir işkence ve katliam gerçekleştirildi. JİTEM, sivil polis, hapishane müdürü ve gardiyanların katıldığı bu işkencelerde özellikle ellerindeki listede ismi geçen arkadaşlarımızı katletmeye yönelik saatler süren işkenceler dışında, arkadaşlarımız yakın mesafeden kafalarına sıkılan kurşunlarla katledildi.”
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği yer olan bu Ankara’nın en eski cezaevinde o gün bugündür devrimcilerin kaldığı bir siyasi koğuş yok. Ankara ve civarında devrimci tutsakların konduğu tek tutukevi olan ve yıllardır devrimcilerin bir mevzisi haline gelmiş olan bu cezaevi, devrimci tutsaklardan arındırılmış oldu. Direnişe katılmayan PKK tutsakları da sevk edildi. Geriye bir tek DEP’li milletvekilleri ve tabir uygunsa onların meydancılığını üstlenen az sayıda PKK’li ile, küçük bir koğuş olan «bayanlar koğuşu» kaldı.
Ama Ulucanlar’daki saldırının tek amacı devrimci tutsakların buradan çıkarılması değildi. Ulucanlar saldırısı aslında daha kapsamlı ve genel bir saldırının ilk adımı idi. Adeta 12 eylül arefesinde Mamak cezaevi’ne yapılan saldırı gibi, asıl büyük saldırıdan önce bir direniş odağını ezmeye yönelik bir pliot saldırı olarak görülmesi gerekiyor.
Nitekim 10 ay sonra Burdur cezaevine yönelik ve Veli Saçılık’ın kepçe tarafından koparılan kolu ile hatırlanan saldırı geldi. Asıl büyük saldırı ise Burdur’dan 5 ay sonra, hemen hemen devrimci tutsakların bulunduğu bütün cezaevlerine, toplam 20 cezaevine aynı anda yönelen 19 Aralıkta geldi. 19 aralık operasyonu devrimci tutsakları «Avrupa standartlarına uygun» cezaevlerine, yani F tipi tecrit koşullarına tıkmayı hedefliyordu. Devrimcilerin mevzileri haline gelmiş olan koğuş sistemini dağıtmayı hedefliyordu. Ama önceden programlanmış ve Ulucanlar ve Burdur’da provaları yapılmış olduğu halde bu saldırı doğrudan doğruya bu hedefi ile sunulmadı. Güya zorla ölüm orucuna itilen tutukluları kurtarma bahanesi ile ve «yaşama dönüş» adı altında yapıldı. 19 Aralık saldırısı F tipi saldırısının önünü kesme amacıyla bu saldırıdan üç ay önce başlatılan ölüm oruçlarını bahane ederek yapıldı. Ölüm oruçları olmasaydı da bu saldırının yapılacağından kuşkusu olan ve hükümetin bahanesine inanan kimse burjuva saflarında bile yok.
Ama Ulucanlar provasıyla başlayıp 19 Aralık saldırısıyla doruk noktasına çıkan devrimci tutsaklara yönelik saldırılar devrimcilerin F tiplerine sokulmasıyla sonuçlanmıştır. Bu saldırıdan önce başlamış olan ve dünya tarihinin en uzun ölüm orucu eylemi olarak ve ağır kayıplarla hala sürmekte olan eylemin de bu saldırıyı geri püskürtmeye yetmediği artık açık seçik görülmüş olmalıdır.
Devlet Ulucanlar ve Burdur’da idman alarak ve direnişi zayıflatacak ön adımlar atarak planlı bir biçimde ve her deneyimden ders çıkararak 19 aralığa hazırlanırken, devrimciler aynı deneyimlerden kendi paylarına çıkarmaları gereken dersleri çıkaramadan 19 Aralık saldırısı ile karşı karşıya kalmıştır.
Halbuki Ulucanlar deneyimi açıktır; F tipi saldırısının nasıl geleceğini göstermiştir; Burdur da bir kez daha bunu teyit etmiştir. 19 Aralık da bu iki saldırıya adeta rahmet okutacak bir hışımla gelmiştir. Devrimci tutsaklar da hem Ulucanlar hem de Burdur’dakiler gibi direnmiş bazı cezaevlerinde günlerce süren bir direniş göstermişlerdir. Ama devrimci tutsakların 19 Aralık saldırısına böyle bir direniş göstermek üzere hazırlandıklarını söylemek mümkün değildir. Saldırıya yanıt daha ziyade kendiliğinden ve bu tür bir saldırıya karşı hazırlıksız bir biçimde verilmiştir. Ama buna rağmen düşmanı bile şaşırtacak sertlikte bir direniş olduğu da tartışmasızdır.
Bu tabloya bakıldığı zaman açık seçik görülmesi gereken olgu böyle bir saldırının önünün ölüm orucu eylemi ile kesilmesinin mümkün olmadığıdır. Nitekim ölüm oruçları dost düşman herkesi şaşırtacak bir tarzda hala sürmekte olduğu halde saldırının önünü kesmeye yetmemiştir.
Çünkü devrimci tutsakların 19 Aralığa gerektiği kadar örgütlü ve hazırlıklı yakalanmadığı söylense bile asıl eksikliğin burada olmadığı besbellidir.
Asıl eksiklik içerde değil dışarıdadır. Bu eksiklik sadece 19 Aralık’ta değil, Ulucanlar ve Burdur provalarının ardından da açık seçik görülen bir eksikliktir. Ulucanlar saldırısı zindan duvarlarının dışında hak ettiği ve gereken desteği bulmuş değildir. İçeride direnen devrimci tutsakların gösterdiği direnişe denk bir direngenlik dışarıda gösterilmemiştir; Burdur da öyle. 19 Aralık’taki pervasız saldırı da asıl bu zaafı dikkate alarak planlanmıştır.
Kimi mücadele kaçkını oportünistler yanlış buldukları ölüm oruçları yüzünden dışarıda güçlü bir tepkiyle göğüslenmediği türünden bahaneler gevelemişlerdir. Kimileri de, ölüm oruçları sırasında başvurulan askeri eylemlerin ölüm oruçları etrafında oluşan destek ilişkilerini uzaklaştırdığı için dışarıda gereken desteğin yaratılamadığını savunmuşlardır.
Bu bahanelerin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü ölüm oruçlarını bahane ederek 19 Aralık saldırıları karşısında suskun kalan oportünistler Ulucanlar ve Burdur saldırıları karşısında da aynı tutumu sürdürüyorlardı yani ölüm orucu olmasaydı da yapacakları daha önce yaptıklarından fazla olmayacaktı. Öyle ya da böyle hükümetin saldırırken başvurduğu bahaneyi geveleyeceklerdi. 19 aralık saldırısı ölüm oruçlarını bahane ettiği için oportünistler de bu bahaneye sarıldılar. Başka bir bahane ileri sürülse idi onu söyleyeceklerdi.
Bununla birlikte bu saldırıları geri püskürtmek için somut bir alternatif de hala yaratılıp ortaya konamadığı için zindan direnişleri bir çıkmaza girmiştir. Bu çıkmazın güçler dengesi ile olduğundan çok bu güçler dengesini de etkileyen bir mücadele anlayışı ile yakından ilgisi vardır. Ve bu anlayışın kusuru sadece halen ölüm orucu eylemini sürdürmekte olan devrimcilere mahsus değildir. Hatta onların sadece bir anlayışı savunmakla kalmadıkları için bir artıları olduğunu da teslim etmek gerekir. Zira (zindan direnişlerine neredeyse devletin ağzıyla ve herhalükarda karşı tarafa hizmet edecek tarzda itiraz edenler bir yana) isteyerek yahut istemeyerek bu direnişin dışında kalan devrimciler de anlayış olarak şu an direnişi sürdürenlerle aynı çizgidedirler. Ama anlayış olarak kendilerini fiilen ölüm orucunu sürdürenlerden ayırt etmeseler de fiilen eylemin dışındadırlar. Ama bu ortak bakış açısı yüzünden bir alternatif de üretememektedirler.
Bu bakımdan zindan direnişlerindeki tıkanma sadece bugün sürmekte olan ölüm orucu eylemleri ile ilgili ve sanki taktik sorunlar çerçevesinde imiş gibi görülen bir sorundan ileri gelmemektedir. Devrimci akımların önce 1984’ten bu yana sürdürülen 1996 dönemecinden ve Ulucanlar saldırısından da geçip, bugüne kadar süren sürecin hesaplaşmasını önlerine koymaya ve bu çerçevede ayrım çizgilerini oluşturmaya acil ihtiyaçları vardır. Cezaevleri, zindan direnişlerin çizgisi bu alandaki yenilgi ve kazanımlar sorunları bu muhasebenin temel konularıdır.
…
İsmet Kavaklıoğlu (DHKP/C)
Ahmet Savran (DHKP/C)
Önder Gençaslan (TKP(ML))
Habip Gül (TKİP)
Ümit Altıntaş (TKİP)
Abuzer Çat (MLKP)
Zafer Kırbıyık (TİKB)
Mahir Emsalsiz (TKP(ML))
Aziz Dönmez (DHKP/C)
Halil Türker (TKP/ML)
Öldükleriyle Kalmayacaklar!