[Bu yazı Komünist KöZ gazetesinin Kasım 2016 tarihli özel sayısında yayımlanmıştır.]
15 Temmuz darbe teşebbüsü, “FETÖ” operasyonları, sınır ötesi harekâtlar, Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırı derken, çoktandır beklenmesi gereken oldu: HDP’li 12 vekil gece yarısı gözaltına alındıktan sonra tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildiler; İdris Baluken ile başlayan tutuklamaların gerisinin gelmesi de sürpriz olmayacak.
Sürpriz olmayacak çünkü Erdoğan’ın başkanlık hesaplarını bozan en önemli engel HDP’lilerin meclisteki varlığı. HDP’liler mecliste hiç muhalefet yapmadan otursalar dahi Erdoğan’ın Anayasa değişikliği planları işlemiyor, Anayasa değişikliği için MHP ya da CHP ile bir koalisyon kurmak zorunda kalıyor. Diktatörlüğünü kurmak isteyen Erdoğan HDPsiz bir meclis için adım üstüne adım atıyor.
Sürpriz değil çünkü Erdoğan başta Kürtler olmak üzere HDP’ye oy veren tüm kesimleri yıldırmak istiyor. Sur’u, Nusaybin’i niye bombaladıysa, 26 belediyeye niye kayyum atandıysa, Gültan Kışanak niye tutuklandı ise şimdi de HDP’li vekiller aynı nedenden ötürü gözaltına alınıp tutuklanıyor. Bugün Cumhuriyet’e yönelik operasyon bile seçimlerde Cumhuriyet’in HDP’ye yönelik hayırhah bir tutum takınmasından ötürüdür. HDP’lilere yönelik saldırı Erdoğan’ın kendisine eylemli bir şekilde karşı çıkan tüm kesimleri sindirmek, örgütsüzleştirmek, teslim almak arzusundan ötürüdür.
Ancak başka bir anlamda da bu gelişmeler sürpriz değildi. Zira aylar önce mecliste milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılırken kimse yolsuzluğa karışmış yahut “FETÖ ile iltisaklı” vb. AKP’li vekillere ilişkin bir tedbirin bahis konusu olduğunu düşünmüyordu. Bahis konusu olanın HDP’li vekiller olacağı aşikârdı. Sadece onlara ne zaman dokunulacağı belirsizdi. İşte 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen ülke çapındaki ve kalıcı OHAL döneminin bunun için açıldığını görmek için bugünü beklemeye gerek yoktu. HDP’ye ve genel olarak sol harekete yönelik saldırıların bundan itibaren artacağından da kuşku duymaya hacet yoktur.
Bu tür yanılsamalara kapılmak için parlamentarizmin göz bağıyla gözleri bağlı olmak gerekir. Oysa uzunca bir süredir Erdoğan bile bu yola bel bağlamamak gerektiğini idrak etmiş durumda.
Erdoğan Seçimle Gitmeye Razı Değil
14 yıldır girdiği bütün sandık sınavlarından başarıyla çıkmakla övünen “seçim sandığıyla gelen seçim sandığıyla gider” tekerlemesini sık sık tekrarlayan AKP ve Erdoğan’ın seçim sandığıyla gitmeye razı olmayacağı 7 Haziran seçimlerinde aldığı ilk yenilgiyle birlikte, hatta daha bu seçimlere gitmeden önce sonuçların aşağı yukarı belli olmasından itibaren kendini gösterdi.
Bunun ardından Tayyip Erdoğan ilk defa bir seçimin sonuçlarını kabul etmediğini ilan etti ve seçimleri tekrarlamaya yöneldi. Gözleri parlamentarist bağlarla bağlanmış olanlar, biraz da 7 Haziran’daki beklenenin üstünde ki seçim başarısının sarhoşluğuyla ve daha büyük bir sandık zaferinin hayaliyle bu tuzağa bastılar.
Oysa Erdoğan’ın seçim sandığından iktidara yükselme ihtimalinin giderek azaldığı daha 7 Haziran’da atılan oylar sayılmaya başlamadan belli olmuştu. Tekrarlanacak bir seçime giden sürecin de nasıl bir seyir izleyeceği belli olmuştu. Adana’da HDP binasına saldırıyla başlayıp Diyarbakır’daki seçim mitingine bombalı saldırıyla ve daha sonra Suruç’taki saldırıyla devam eden saldırılar bunun ipuçlarını verdi.
2015’in Temmuz ayından itibaren seçim sürecinin nasıl geçeceği belli oldu HDP ve CHP “provokasyonlara izin vermeme” bahanesiyle seçim mitinglerinden ve güçlü bir seçim kampanyası yürütmekten geri durdu. Buna rağmen AKP ancak zayıf bir meclis çoğunluğu elde edebildi; 400 milletvekili talebiyle seçimleri tekrarlayan Erdoğan 330 vekili bile bulamadı. HDP pasif bir kampanya yürütmesine baskı ve kısıtlamalara rağmen açık arayla meclisin üçüncü partisi oldu. AKP meclis başkanlığını (tıpkı Osmaniye vekilliğini aldığı gibi) ancak MHP’nin desteğiyle alabildi; bu da Temmuz’dan itibaren sokakta kurulan ittifakın parlamenter zemine çıktığının ve tekrar sokağa ineceğinin işareti oldu.
Ama hala gözlerindeki parlamenter gözbağlarını çıkaramayanlar bu ittifakın parlamenter zeminde kalacağına kendilerini inandırmaya devam ettiler ve AKP/Erdoğan sultasının ancak sokaklardan yükselecek aktif ve kitlesel bir muhalefetle süpürülebileceğini idrak edemediler. Provokasyon bahanesiyle bundan geri durmanın bugünkü tutuklamaların önünü açtığı o zamandan belliydi. Bu pasif tutumun asıl Erdoğan’ı cesaretlendirip “provoke edeceği” görülmeliydi.
Nitekim Erdoğan başkanlığındaki AKP hükümeti “hendek” bahanesiyle Cizre Sur vb. beldelerden başlayarak karşı-devrimci bir iç savaşı başlattı. Bunun mevzi bir çatışma olduğunu görüp, bunun aslında ülke çapında hatta gücü yettiği takdirde Rojava’ya ve Güney Kürdistan’a kadar uzanabilecek olan bir saldırı olduğunu fark etmeyenler bu saldırılara karşı bilhassa büyük kentlerde etkili kitlesel protestolarla karşılık vermeye yönelmediler.
Erdoğan Darbe Yapmadan Darbe Rejimi Tesis Etme Peşinde
Erdoğan’ın bu niyetinin daha geniş kesimler tarafından anlaşılması için Kuzey Kürdistan’da başlattığı saldırıları ülke çapına yaymasını beklemek gerekiyordu. Ama bu da hemen ve doğrudan bir saldırı olarak gelişmedi. Asıl büyük çaplı saldırı dalgası için 15 Temmuz darbe girişimini ve bunun ötelenmesini beklemek gerekiyordu. Nitekim bu vesileyle 12 Eylül Rejiminin bir bölgeyle sınırlı OHAL uygulaması ülke çapında ve kalıcı hale getirilmek suretiyle asıl saldırı dalgası başladı.
Bugün bu saldırıları geri püskürtmenin yolu 7 Haziran seçimlerinden sonra yapılması gerekenden farklı değildir. O zaman vekillerine sahip çıkmak ve seçimlerin hileli bir biçimde tekrar edilmesine izin vermemek için emekçilerin ve ezilenlerin “oyuma sahip çıkıyorum” diye sokağa çağrılması gerekiyordu. Şimdi de “vekillerime dokunma, belediyelerimden elini çek!” diyerek sokağa çıkmak gerekir.
İster Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırıya karşı pasif nöbet eylemleri olsun ister CHP’nin parlamento kulislerinde hapsetmeye gayret ettiği protestolar olsun, ister yerelliklerde ortaya çıkacak protesto eylemleri vb. olsun bunların hepsini AKP/Erdoğan sultasına karşı bütün kesimlerin seferberliğini sağlamak üzere buluşturmak gerekir. Bu görevden kaçanlar, hangi ilkesel gerekçenin arkasına sığınırlarsa sığınsınlar, niyetlerinden bağımsız olarak Erdoğan’ın emekçileri ve ezilenleri çözme planına hizmet edeceklerdir.
KöZ’ün arkasında duran komünistler bu süreçte benimsedikleri eylem çizgisini şaşırmadan “Vekiline sahip çık! Başkanlığa İdam Cezasına Yol Verme!” şiarıyla birbirinden farklı çap ve türden eylemlere destek olmaya çalışmalı emekçilerin ezilenlerin çıkarlarını savunma iddiasındaki tüm kesimleri bu çerçevede birleştirmek, onlarla buluşmak üzere hareket etmelidir.
KöZ’ün arkasında duran komünistler bu deneyimin derslerini çıkararak Bolşeviklerin gösterdiği yoldan devrimci bir partiyi inşa etme sorumluluğunu üstlenmeye hazır ve kararlı olan komünistlerle bu sorumluluğu paylaşma iradesiyle mücadele ediyor.