(Ekim Devrimi’nin 100. Yılı vesilesiyle, büyük şair Nazım Hikmet hakkındaki yazılarımızı gündeme getirmeyi uygun gördük. Bu yazı KöZ gazetesinin Şubat 2002 sayısından alınmıştır.)
Sermayenin Nazım Hikmet’i gasp etme kampanyalarına karşı, Nazım Hikmet’e sahip çıkma gayretiyle davrananlar sadece komünist kimliği muğlaklaştırmakla kalmıyor. En az bunun kadar yanlış bir başka eğilimi daha besliyor. O da burjuva toplumunun hiyerarşik iş bölümünü neredeyse olduğu gibi komünist hareketin içine taşınmasıdır. Nazım Hikmet’e sahip çıkmak isteyenlerin çoğu farkında olarak ya da olmayarak onun anlam ve önemini arkasında ölümsüz eserler bırakmış olmasıyla vurguluyor. Güya Nazım Hikmet’in komünist kimliğini öne çıkarmak için yapılan bu vurgu belki onun bu kimliğinin öne çıkarılmasını sağlıyor ama Nazım Hikmet gibi özel yetenekleri ve ardında bırakabileceği eserleri olmayan komünist militanları da tarihin karanlıklarına gömülme kaderiyle yüz yüze bırakıyor. Ya Nazım Hikmet bir şair değil de kuaförde kalfalık yapan bir komünist militan olsaydı? O zaman ardında ölümsüz bir eser bırakamayacak mıydı? Usta bir tornacı komünist militan, bütün maharetine rağmen sadece ölüp gitmek zorunda mı kalacaktı? Yahut bunların Nazım Hikmet gibi anılabilmek için olağanüstü kahramanlıklar göstermeleri mi gerekecekti? Yoksa Nazım Hikmet’in şair olması onun kahramanlık yapmasına gerek kalmadan ölümsüzleşmesini sağlayan bir tılsım mıydı? Bu durumda komünistler, büyük fedakarlıklar ve olağanüstü kahramanlıklar göstermekle sanatçı olma ikilemi karşısında bırakılmış olmuyor mu? Doğrusu bir komünist devrimci için birey olarak ölümsüzleşmek şıkkı olmamalıdır, olamaz da zaten. Ölümsüz ve uğruna ölümlerin göze alınacağı varlık ancak kolektif bir bünyede ifade bulabilir. O da komünizme giden yolu açmak için zorunlu olan partidir. Böyle bir partinin neferi olmak, onun uğruna ömrünü adamak ve ölümleri göze almak, ölümsüz bir davayı paylaşmanın biricik yoludur. Ve bu anlamda ölümsüzlük paylaşılabilir, kimsenin malı olamaz. Bu bakımdan ölümsüz dizeler bırakan bir şair olarak ünlenmekle, ölümsüz şiirlere ilham kaynağı olan ve hep bir ağızdan bu şiirleri haykırmasını bilen komünizm davasının isimsiz neferleri olmak arasında apaçık bir fark vardır ve komünist olmak ikincisini tercih etmek demektir. Nitekim Mustafa Suphi ve onbeş yoldaşının katledilmesinin ardından TKP’nin çıkarttığı bildiri de bunu söyledi:
“Yoldaş! Bu 15 ölü bizim için nihayet 15 isimsiz komünisttir; ve sen bu isimsiz ölüleri dünyanın her dağında, her köşesinde, her denizinde bulursun! Bu isimsiz ölülerin isimleri cisimleri bizim için hiçtir. Biz her yaşayan işçi kadar, her ölen komünisti de farksız tanıyoruz. Çünkü biz ayrılıksız, sınıfsız bir toplum yaratmak istiyoruz.”
Aynı partinin bir militanı olan şair Nazım Hikmet de bu bildiriyi şu dizelerle şiire döktü:
“Yoldaş
Bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 Kanunusaniyi unutma!”
İşte komünizm davasının şairi olmak böyle bir şeydir.