Bu yazı Nisan 2014 tarihli KöZ Gazetesi’nin 36. sayısında yayımlanmıştır.
Burjuva siyasetine Cemaat-AKP kavgasının damgasını vurduğu yerel seçim döneminde Erdoğan’ın Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşı’na yaptığı vurgu gün geçtikçe belirginleşti.
Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal’e her mitingde atıfta bulundu, Cemaate ve onun arkasında olduğunu iddia ettiği emperyalistlere karşı mücadelesini Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele karşı verilen savaşa benzetti ve böylece lafı aynı hattın devamcısı olduğuna getirdi. Bu durum, Erdoğan’ın İstiklal Marşını okuduğu, yere düşen TC bayrağının üst üste çıkan “millet” tarafından göndere çekildiği reklam filmiyle doruk noktasına ulaştı.
Erdoğan seçim öncesi propagandasını, neredeyse tümüyle bütün emperyalistlerin ve onların ülke içindeki uzantılarının kendisine ve partisine saldırdığı, bu saldırılara karşı bugün AKP’nin yeni bir istiklal savaşı yürüttüğü üzerine kurdu. Hatta yerel seçim kampanyasını “30 Mart’taki seçim 2. İstiklal Savaşıdır” diyerek başlattı. Bu propagandayı beslerken de en çok kullandığı malzemeler yine emperyalistlere ve onların işbirlikçilerine karşı verildiği söylenegelen Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları oldu.
Burada yeni olan kuşkusuz, zaten iktidara geldiğinden beri kemalizmi tanımlayan esas parametrelerle bir sorunu olmayan, hatta 12 Eylül rejiminin devam ettiricisi olan AKP’nin Kemalist bir hatta siyaset yapması değildir. Zira AKP de her fırsatta sınıfsız, zümresiz, imtiyazsız toplum vurgusu yapmakta, 12 Eylül anayasasının değiştirilemez maddeleri olan tek bayrak/devlet/milletten bahsetmektedir. Bugün yeni olansa Kemalizmin etkisinin sadece uygulanan siyasette değil, Erdoğan’ın kullandığı dilde ve bugünkü çatışmayı tarif ederken çizdiği tabloda da görülmeye başlamasıdır.
Peki bu yeniliğin arkasında ne yatıyor? 12 Eylül generallerinin diliyle konuşan Erdoğan’ın bu tutumunu yeni bir ideolojik seyir olarak değil, eski müttefikleri kendisine birer birer düşman kesilirken Ergenekonculara ve Kemalistlere bir göz kırpma olarak değerlendirmek gerekir. Mevcut kavgada, erimekte olan oy oranı dışında yaslanacak hiçbir şeyi kalmayan Erdoğan, bu yüzden tutunacak bir dal arayışına geçmiştir. Bu sayede Kemalistleri kendi tarafına çekmeyi, hiç olmazsa tarafsızlaştırmayı hedeflemektedir. Ergenekoncuların apar topar serbest bırakılması da yine aynı şekilde okunmalıdır.
Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda anti-emperyalist bir savaş verildiği efsanesinden yola çıkarak kendisine yeni bir anti-emperyalist mit yaratmaya çalışan Erdoğan’ın unuttuğuysa, öykündüğü savaşların taraflarıyla bugünkü kavganın tarafları arasında hiçbir benzerlik olmamasıdır. Çanakkale Savaşı bir emperyalist paylaşım kavgasının cephelerinden biriydi. Bu cephe bir “Pirus Zaferi” kazanan (Çanakkale savunması tarihte görülmüş en büyük zayiatla kazanılmış bir muharebe olarak anılır) Osmanlı İmparatorluğu ile ilgilidir ve orada Mustafa Kemal, Atatürk olarak değil bir Osmanlı subayı olarak yer almıştır; henüz Erdoğan’ın altını çizmeyi sevdiği gibi “Gazi” de değildir. Resmi ideolojide Kurtuluş Savaşı olarak anılan Kuvayı Milliye hareketi içinde Mustafa Kemal yine padişahın özel yetkiyle görevlendirdiği bir Osmanlı paşasıdır. Ama bu kez Çanakkale’de olduğu gibi İngiliz-Fransız ittifakına karşı savaşmakta değildir. Aksine bu sefer galip konumda olan İngiliz ve Fransızların talimatıyla Bolşevik Devrimi’ne karşı savaşmakta ve aynı zamanda Almanlarla ittifak yapmış olan ve İmparatorluğun yenilgisine sebeb olan İttihat Terakki’den intikam almanın planlarını kurmaktadır. Kuvayı Milliyecilerin zaferi ancak galip emperyalist devletlerle işbirlliği yapmasıyla mümkün olmuştur. Bugün ise Erdoğan’ı iktidara getiren emperyalist güçler emperyalist güçler kendisini o iktidar koltuğundan indirmek arzusundadır. Erdoğan bu nedenle düne kadar hizmetinde olduğu güçlere kendini yeniden kabul ettirmek için onların tertiplerine karşı direnme çabasındadır. Dolayısıyla Erdoğan’ın bu ruh çağırma seansları başarısızlığa mahkumdur. Mustafa Kemal’inkine benzer bir kendi başına buyruk diktatör olma hevesleri de kursağında kalacaktır. Zira o zamanın tarihsel koşullarıyla, bilhassa Ekim Devrimi’nin yayılma tehlikesinin varlığıyla hiçbir benzerliği olmayan bir konjonktürde Kemalizme çatarak Mustafa Kemal gibi bir tek adam rolüne soyunma sevdasındadır. Aslında Erdoğan’ın ilham kaynağı Mustafa Kemal’den çok sansürcü padişah Abdülhamit olsa gerektir. Abdülhamit’i geri getirmek isteyen 31 Martçı gericilerin son sığınağı olan Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etme ısrarı da bundan olsa gerektir. Ne var ki Abdülhamit de mülkünün bölünmesini önlemek için bir emperyalist savaştan kaçınırken, aynı maksatla kendi tebasına karşı bir soykırımcı iç savaş başlatmış bir padişahtı. Erdoğan ise yine ülkenin bölünmemesi için “çözüm” ve “barış” çığlıklarıyla, bir iç savaş kışkırtıcı üslûpla TC’yi Suriye ile bir savaş macerasına sürükleme sevdasındadır.
Bu nedenlerle Erdoğan’ın ne Mustafa Kemal gibi bir tek adam olmasının koşulları vardır, ne
de Abdülhamitin karikatürü bile olmasına elverişli bir durumu vardır. Hatta Erdoğan’ın ancak akıbeti bakımından Abdülhamit’e benzemesi Mustafa Kemal gibi bir tek adam olması olasılığından daha fazladır.